17 Kasım 2012 Cumartesi

Aslan’ın Mavi Ateş ile İmtihanı

2012-2013 Sezonunda oynanan Karabükspor'un deplasmanda 1-3 kazandığı maç ile ilgili yazı...


Bu hafta oynanan Galatasaray-Karabükspor maçı uzun süre akıllardan çıkmayacak bir mücadeleye sahne oldu. Galatasaray camiası için sürpriz bir sonuç oldu. Eminim bu kadar mücadele eden, isteyen, arzulayan ve savaşan bir Karabükspor beklemiyorlardı.
Fatih Terim ne zamandır Riera ve Yekta’nın performansıyla formayı vermediği Hakan Balta ve Melo’yu denemek için sahaya sürdü. Melo geçtiğimiz hafta “Yekta’ya ödünç verdiğim formayı geri alacağım.” demişti. Melo’dan üstün bir performans hatta gol bekliyordum ama gördüm ki bu durumda Melo daha çok yedek bekler. Maçın ilk 11’leri açıklandığında Karabükspor’da Cernat’’ı görmediğimde ben ve eminim sadece ben değil bütün Karabüklüler de şaşırmıştır. 
Takımın 10 numarası yedekteydi. 

Mesut Bakkal’a geçen haftaki İBB galibiyetinden ve kadro kurgusundan dolayı güven gelmişti. Bu maçta da güvendiler ve “Bildiği bir şey vardır Mesut Hoca’nın.” dediler. Maç başladığından itibaren görüldü ki Karabükspor’da sahaya çıkan herkes iki kişilik performans ortaya koydu ve resmen savaşçı ruhla oynadı. Karabükspor 6 eksikle gelmişti Galatasaray maçına. Usain Bolt’un yakın arkadaşı olan geçen hafta sonradan oyuna girip iki asist yapan Luton Shelton’da yoktu. Seriç’te sakattı. Seriç’in yerine İshak Doğan oynadı. Bana kalırsa İshak Doğan çok daha iyi Seriç’ten. Seriç vadesini doldurdu. Tecrübeli Hırvat yerinde bindirme yapamayıp, isabetli ortalar yapamayıp geriye çabuk dönemezken 22 yaşındaki genç İshak; ortasaha oyuncularıyla kısa paslarla ileriye hızlı koşular yaparken görev yerine de çabucak dönebiliyor. Bence İshak Doğan artık ilk 11’de yer bulmalı. Hem de yabancı kontenjanı 1 oyuncu daha rahatlamış olur.
Ahmet İlhan Özek, İlhan Parlak ve Lua Lua mahşerin üç atlısıydı Arena’da. Lua Lua’nın kıvrak çalımları, hızı ve güçlü fiziği ile ikili mücadelelerden galip çıkması, İlhan Parlak’ın bir asist ve bir çok arkaya sarkma ile bir gol bulup birçok tehlikeli pozisyon yaratması, Ahmet İlhan Özek’in ise kanatlarda Shelton gibi koşarak çalımlar atması, bir çok asistlik paslar çıkarması ve çok klas bir gole imza atması geceye damgasını vurdu. Mehmet Yıldız’ı es geçmek olmaz. Attığı bir golün haricinde %100’lük bir gol kaçırdı. Fiziğini kullanarak ve topu saklayarak Galatasaray savunmasının gardını düşürdü. Öyle ki Lua Lua ikinci yarıda Eboue ile Galatasaray yarı sahasında tek başına kaleye koşuyordu.
Maçta Karabükspor’da “Galatasaray gibi bir deplasmandan bir puan alsak yeter.” düşüncesi yoktu. Öyle bir düşüncesi olsa skor 1-1’e geldiğinde kapanır ve zamana oynardı ama sonuna kadar 3 puan için ve gol atmak için savaştılar. Maçın kırılma noktası skor 1-1 iken Karabükspor’un skoru 1-2’ye getirmesi oldu. 2.golü Galatasaray bulsa çok farklı sonuçlar görebilirdik ama Mesut Bakkal dersine çok iyi çalışmış. Fatih Terim bile maç sonunda “3 gün oynasak yenemezdik.” dedi. Dün Arena’da sonuna kadar savaşan Karabükspor gördüm. Demiri eriten o ateşi, takımını yalnız bırakmayan Mavi Ateş’i ve bu ateşlerle beraber futbolcuların gözlerindeki cevheri gördüm.
Takım-taraftar bütünlüğü çok iyi Karabükspor da. Özellikle geçen sezon takım düşme korkusu yaşamaya başladıktan sonra taraftar takımla bütün olup hiçbir maçta yalnız bırakmadı. Bu durum devam ediyor. Takımın Skibbe ile kaybetti özgüveni ve taraftardaki isyan duygusunu Mesut Bakkal kendine güvenen bir takım ve mutlu bir taraftar haline getirdi sadece iki haftada. Karabükspor sıralamada çok basamak atlamamış olabilir ama bu galibiyet çok şey ifade ediyor Karabük camiası için.
Galatasaray,Şampiyonlar Ligi öncesi moral bulması gereken maçta şok bir yenilgi aldı. Maçın Cuma günü olmasını Galatasaray camiası istemiş zaten. Manchester United maçına daha fazla zaman kalması için böyle bir istekte bulunmuşlar. Tarihinde ilk kez deplasmanda Galatasaray’ı mağlup eden ve bunu taraflı tarafsız herkesin ayakta alkışladığı futbolla yapan Karabük camiasını ve dersine iyi çalıştıran Mesut Bakkal’ı tebrik ediyorum.
Maç sonunda Manchester United maçı için şimdiden başarılar diliyorum.

17 Ekim 2012 Çarşamba

DÜNYA KUPASI MI? O DA NE?



Sahi neydi Dünya kupası? Dünya çapında ülkelerin yer aldığı, kıtaların birleştiği bir organizasyon mu? Ben ülkemin katıldığı son dünya çapındaki organizasyon 2002 yılında idi. 2006’ya katılamadık.2010’a katılamadık.2014’te mucizelere kaldı artık. 2002 yılında Dünya’nın 3.sü olmuştuk. O zaman böyle son sistem ekipmanlar, maçtan önce primler, bu kadar ruhsuz sahada dolaşan forma giymiş kramponlar yoktu. Bunlar yoktu ama sahada ülkesinin desteğini arkasına alarak inanmış yürekler vardı. Saha da basmadık yer bırakmayan, sonuca ve koşullara bakmadan sonuna kadar mücadele eden, sadece 90 dakikalık resmi maç gözüyle bakmayan neferler vardı. Milyonları futboldan, milli takımdan soğutan değil; okullara televizyon kurdurtan, insanları sokağa döken bir takım vardı. Öyle müthişti ki… İlhan Mansız’ın Senegal’e attığı altın gol Dünya Kupalarının son altın golü olmuştu.3.olmamızın ardından spor otoriteleri yorum olarak “2002 Dünya Kupası'nda yendiği ve elediği takımlar Avrupa'da pek iyi seviyede değildi."demişti. Halbuki ne ilginçtir ki; biz hiç Avrupa takımı ile oynamamıştık. Brezilya, Kosta Rika, Çin, Japonya, Senegal ve Güney Kore ile oynamıştık.

Şimdi “Bu durumda yermek için gün doğdu. Yazın bakalım.”diyenler olacak olursa eğer “Milli Umut” başlıklı yazımı okuyabilir. Abdullah Avcı’nın başa geldiğinde Slovakya’ya kaybettiğimiz maçtan sonra Avcı’ya inanan ve inandıran bir yazı yazmıştım. Portekiz maçı sonrasına kadar da sonuna kadar herkes inanmıştı bir şeylerin değişeceğine. O güzel, farklı,genç,dinamik takıma ısınıyorduk tam da. Tam da Sercan Saraer gibi birini keşfettiği için övgüler yağdırıyorduk. Her şey Hollanda maçında başladı. Avcı, geçtiğimiz sezonun en iyi oyuncusu, Barcelona’nın bile takibe aldığı Selçuk İnan’ı kadroya almadı. Eleştiri oklarının yağmuruna tutuldu. Beklenmedik bir durum değil ki bu? En iyi oyuncuyu oynatmazsan, sorarlar elbet. Hele ki rakip grubun en güçlü temsilcisi Hollanda ise. Hollanda maçında elindeki en iyi ve en mücadeleci 11 ile sahaya çıksa en azından 1 puan alabilirdi. Maçtan sonra “Benim bir sistemim var. Selçuk bu maçta oynamadı ama bu sistemin önemli bir parçası.” dedi. Kamuoyu sineye çekip Estonya maçını bekledi. Fenerbahçe’nin sahasında oynanan maçta yine ilk 11’de yoktu Selçuk. Fenerbahçeli taraftarlar bile bağırmışlardı “Selçuk İnan” diye. Sonradan oyuna almasına rağmen yine kaslını konuşturup gol atmıştı Selçuk. Romanya maçında Burak ve Selçuk sakat diye kadroya alınmadı. Burak’ı bilmiyorum ama bence Selçuk İnan sakat değil. Ben inanmıyorum. Abdullah Avcı’nın Selçuk ile bir sorunu var. Romanya’da ya yenildik. Macaristan maçına geldik. Maçtan önce galibiyet primi olarak adam başı 150000TL açıklandı. Sahaya bambaşka bir 11 çıktı. Kadro farklıydı ama sonuç aynıydı. Macaristan maçında Umut Bulut, Sercan Saraer, Emre Çolak gibi hırslı, koşan ve mücadele eden oyuncuları sahaya sürseydin de en azından mücadele edilseydi. Anadolu kulüplerinden oyuncular alınsaydı. Nedir bu Yıldıray Baştürk, Mesut Özil yaratma çabaları anlamıyorum. Az mantıklı olmak lazım. Biz böyle kupalarına katılamadıkça böyle isimler Türkiye’yi seçer mi?  Onların ülkesinde yetişsin. Adamlar yurt dışında baksın, değer  versin yetiştirsin. Sonra sen hiçbir organizasyona katılama, Türkiye’yi seçmesini bekle. Sen kendi ülkenden yetiştir  Metin Oktay’ını, Metin-Ali-Feyyaz’ını, Rıdvan’ını, Hami’ni. Onlar zaten bu ülkeyi seçerler merak etme. Kaybetmek var, kaybetmek var. Sonra “Kamuoyu neden tepkili?”. Halk galibiyet istiyor hep. Taraftarlığın doğası budur ama kamuoyu golden, galibiyetten önce mücadele istiyor. Kaybedilse bile son damla terine kadar koşulmasını istiyor. Böyle oyuncular var. 

Biraz uçtuğumu düşünenler olabilir belki ama bence Türkiye’nin Avrupa Şampiyonu, Dünya 3.sü olacak potansiyeli var. Bakalım bu potansiyeli kim verimli kullanıp formanın üstündeki bayrağımızdaki mücadele timsalini hatırlatacak. 

8 Ağustos 2012 Çarşamba

HEP YAZILANLAR KONUŞULUYOR


Hep yazılanları konuştuk…Yazılarımıza konu yada haber olanları…Biraz da yazanları konuşalım…Benimde tanışma fırsatı bulduğum ve ilham aldığım o isimler…

Erdoğan ARIKAN: Meslek hayatı 1989’da Diyarbakır Radyosu’nda haber spikerliği ile başlayan, bugün ben dahil çoğu kişinin idol edindiği, tüm sporseverlerin hayranlıkla izlediği isim Erdoğan Arıkan. Güzel Türkçesi, nezih sunumu, samimi edasıyla, izleyenlerin değişmez yüzü olan sunucu yüzü aşkın kez Stadyum programıyla karşımızda oldu. Şimdiler de Spor Artı programı ile ekran önünde. Özellikle son yıllarda spor dünyasında yaşanan olumsuzluklara rağmen izleyenlerin tansiyonunu bile dengeleyebilen biri. Uzun yıllar televizyon karşısında ‘Program böyle olur.’ diyerek izleyeceğimiz daha nice programlara…

Emre TİLEV: Maçı anlatırken kendi de seyirci gibi heyecanlanan, gol sevinçlerinde spor severleri kendinden geçirirken bilgi de aktaran bir spiker Emre Tilev. Şuan Kanal D’nin spor editörlüğünü yapan, çeşitli medya organlarında yazı yazan ve Arel Üniversitesi’nde öğrenim görevlisi olan Tilev, radyo maç sunumlarında da başarılı olup ödül aldı. Farklı Avrupa takımlarının maçlarını sundu. Özellikle onun çılgın gol sevinçlerini, kaçan gollere sitemlerini son yıllarda Türk temsilcilerimizin Avrupa arenasındaki maçlarında gördük. Bizi daha nice gol sevinçlerinde coşturması dileğiyle…

Ertem ŞENER: Maç izlerken en ciddi olduğumuz anlarda bizi güldürebilen, Şampiyonlar Ligi maçlarına ayrı bir tat katan spiker Ertem Şener. Bu mesleği çocukluğundan beri isteyen, çocukluğunda balkondan bile maç anlatan, spikerlikte yeni bir çığır açmaya yakın olan isim. Yıldız futbolculara dizdiği methiyelerle kulaklarımızdan yüzümüze yansıyan tebessümün sahibi olan, bir bölümü ekşisözlük kaynaklı birbirinden ilginç bilgilerle maçı renklendiren, bazı izleyicileri maçta yaptığı doğaçlama kelime oyunlarıyla ‘Daha önceden yazmış mı acaba?’ diye düşündüren modern spiker tarzına sahip Şener…

Bilgehan DEMİR: Futboldan 2000 yılı dışında aşina olmadığımız bir isim olmasa da spor dallarından bokstaki sunumlarıyla zirveye yükselen bir spiker. Çok renkli ve farklı bir geçmişe sahip. Oyunculuktan, futbolculuğa, askerdeki talihsiz sakatlığından, eğitim hayatı boyunca 8 okul değiştirmesine kadar… Özellikle son yıllarda sunduğu boks maçlarında heyecanlı sesi ile boks ringini evlere konuk eden bir spiker. TSYD’nin üst düzey kategorisi olan doğal üyeliği bulunan Demir’in AIPS(Dünya Spor Yazarları Birliği) üyeliği de bulunuyor. Dövüş sporlarında ölümsüzleşecek bir isim…

Kaynak:http://www.sporajans.com.tr/EditorNews.asp?ID=4862#.Uo89udLIZtY

15 Haziran 2012 Cuma

Futbol da, Bir Meslek




Öğretmenlik, mühendislik, doktorluk, işçilik, esnaflık…
Bunların hepsi meslek dalı. Türkiye’de ve dünyada birçok kesime hitap eder. Kitlesi vardır. Futbol camiası da çok büyük bir sektördür. Futbol da bir meslek dalı, futbolcular ve futbolun içinde yer alanlar içinde bulunduğu meslek dalının işçisidir. Her meslek dalı gibi onlarında hakları da vardır daha doğrusu varmış gibi görünür. Fiili olarak gözümüze çarpan haklar yoktur.
Nasıl memur sendikaları, işçi sendikaları gibi haklarını savunabildikleri sendikaları yoksa hakları, korunmaları ve emeklilik gibi hakları da kısıtlıdır. Yurt dışında bunun bir çok örnekleri görülmektedir. Özellikle Avrupa’nın futbol yapılanmasına göz attığımızda gayet iyi bir şekilde organize edilerek kurulmuş bir kurumsallaşmış düzenek vardır. Türkiye de geçmiş yıllarda birkaç kez girişimde bulunulsa da kurulma başarısı gösterememiştir. Yine kolay kurulmayacaktır.
Türkiye kaç tane futbol takımı, kaç tane kulüp başkanı, kaç tane antrenör, kaç tane menajer, kaç tane futbolcu var. .Binlerce kişi. Kurmak yine çok zor. Çok zor kurulabilir ama ileride kurulduğu için fayda sağlayabilir. Türkiye Futbol Federasyonu ve Kulüpler Birliği arasında gidip gelmez kararlar en azından. En azından Avrupa düzeyinde kurumsallaşabilir kulüpler. En azından bu sektörde yer alan kişiler tek çatı altında toplanmış olur. Kendi aralarında dayanışma artar hem.
Onlar da işçi. Futbolda meslek. Onlarda maaş alıyor. Futbolun popülaritesini konuşmaya gerek yok sanırım. Türkiye’de olsun dünyanın her yerinde olsun aynı sayılır. Bu kadar revaçta olan bir sektöründe sendikası, derneği yada birliği olamaz mı?  Şuan bunun için uğraşan kişiler var. Hukuki açıdan da bilgi alarak bu birliği kurma çabasındalar. Hayırlısı diyelim.
Bu birliğin kurulup kurulmaması Türkiye’nin durumunu ve bu duruma bakışını gösterecektir.

11 Mayıs 2012 Cuma

Elveda Bülent Hoca

(Bülent Korkmaz'ın Karabükspor dan ayrılması üzerine)

Elveda Bülent Hoca… Elveda Bülent Korkmaz… Elveda ‘cesur yürek’… Sen gittin ama başın dik. Giderken bile karakterini gösterdin herkese milyonlar önünde hem de… Takımı aldığında takım ipteydi. Bunu biliyordun ve geldiğin gün demiştin ‘Evimizdeki maçları kazanacağız.’ diye. Taraftarı hep desteğe çağırdın ve taraftarda sayende takıma bağlandı, tribün şovları, kareografiler yaptı, 90 dakika susmadan desteklediler. Bayan taraftarlar da geldiler, destek verdiler.

Karabük halkı sayende takımını bağrına basıp bütünleşti ve Karabükspor Dr. Necmettin Şeyhoğlu Stadyumu’nu kaleye çevirdi… Kimseye puan vermedi. Takımın kendine güveni geldi. Tabi yönetim isteklerini getirebildiğince yerine getirdi. Senin istediğin oyuncuları aldı. İpleri sana bıraktı ve sen de bu takımı evinde dörtnala koşturdun. Seni önümüzdeki sene belki de bu yüzden istemediler. Yönetim olarak kendi istediklerini alacaklardı. Kendi istedikleri oyuncuları teknik heyete sormadan alıp, başarı bekleyeceklerdi. Senin fazla para istemen mevzu olamaz ki zaten. Karabükspor maddi bakımdan Türkiye’nin en rahat kulüplerinden bir tanesi. Ayrıca istesen bile hak etmedin mi? Opsiyon hakkın yok mu? Kaç tane kulübün yönetimi teknik direktör düşünme sürecindeyken, ondan habersiz evine ‘seneye seninle çalışmayacağız’ manasında tebligat yollar.

Helal olsun Bülent Korkmaz… Helal olsun ‘büyük kaptan’… Helal olsun ‘batan gemiyi kurtaran kaptan’… Belki düzenlediğin basın toplantısı fazla etkiye sahip değildi ama sana kadar kimse de ulusal bir televizyona çıkıp da gerçekleri söyleyemezdi. Bir de bunun için helal olsun. Karabükspor taraftarının bir bölümü arkandan yönetime isyan edecek, bir bölümü ‘Unutulmayacaksın. Bizi unutma.” diyecek, bir bölümü “şahıslar önemli değil, önemli olan arma’ diyecek… Kısaca herkes bir şeyler söyleyecek ama kimse kulüp yönetiminin neler yaptığını televizyonlar önünde söyleyemeyecek senin gibi. Çünkü biliyorlar senin savaşçı karakterini ve bu karakterle başarı hedefleyeceğini. Karabükspor önümüzdeki sezona yeni bir teknik direktör, yeni bir kadro, yeni bir oyun anlayışı, yepyeni bir vizyon ile başlayacak ama gerçek futbola dayanan bir yönetim anlayışı olacak mı? Kimilerine göre zaten bu var mı? Orasını bilemeyiz. Çünkü sözleri söylemekten sorumludur insan, karşıdakinin nasıl anlayacağından, anlamak isteyeceğinden değil.Karabükspor Dünya Futbol Sıralaması’na girdi. Senin mütevaziliğin ile dediğin gibi “ Bu başarı herkesin.” fakat bence aslan payı sende ve taraftarda. Bu sezon yakalanan başarı, başarı derken; kulüp tarihinde ilk kez Türkiye Kupası’nda Yarı Final oynama, kulüp tarihinde ilk kez Süper Lig’de 3.sezon üst üste oynama, içerideki maçlarda hiç mağlubiyet yüzü görmeme gibi başarılar… Yoksa onları başarı olarak görmeyenler mi var? Spor Toto Kupası maçları bitmeden evine tebligat yollamalar… Kurtuluş Savaşı olarak nitelendirdikleri mücadeleyi kazandıktan sonra komutanı görevden almalar… Ben şahsım adına, yüksek ihtimaldir ki spor kamuoyu adına Bülent Korkmaz’ı, gemiyi kurtaran cesur savaşçı kaptanı tüm içtenliğimle tebrik ediyorum. Bu başarıda ve mücadele de, emeği geçen herkesi kutluyorum. Çünkü ilk yarı bittiğinde herkes Karabükspor’un küme düşeceğine inanıyordu hatta şehrin bazı bölümleri bile… Bana kalırsa ne Karabük Bülent Hoca’yı unutacak ne de Bülent Hoca Karabük’ü! 

3 Mayıs 2012 Perşembe

ŞORTLAR UZUYOR FUTBOL KISALIYOR

Bir varmış. . . Bir yokmuş. . . Bir zamanlar futbol varmış. Sadece sahada kalan, saha dışında sadece taraftar olan, kıyasıya mücadele edilen bir futbol. . . Şortların kısa,saçların uzun olduğu, sanki hızlı oynatımda video izliyormuş kadar seri bir futbol. Bırakın topu bilerek taca vurmayı, kaleciye geri pas bile yuhalanırdı. Mücadele kıyasıya olsa da sportmenliğe her zaman yer vardı. Galibiyet için prim diye bir şey yoktu, en iyi prim kendisi ve takımı için mücadele edip zafer kazanmaktı. İnanmak ve zaferden başka hiçbir şeyin futbolcuları tatmin etmemesi idi. . .

Futbol sadece sahada oynanır,iyi ve şanslı olan kazanırdı. Maçların sonucu, golü kimin atacağı,kupayı kimin alacağı şans oyunları arasına girmezdi. Şampiyon sahada güzel futbol oynayarak şampiyon olurdu. Tenekeden de olsa madalyaların anlamı ve bir değeri vardı,şimdi ki primler yoktu. Kazanmak sadece bir başarı değil, aynı zamanda gururdu. Her şey bu kadar mı kötüye gidiyor peki ? İyiye giden yönlerde var yeşil sahalarda. . . Son birkaç yıla kadar üç büyüklerden başka takımın şampiyon olmasına ihtimal verilmez, bu üç takım arasında lig maratonu geçer giderdi.

Artık böyle değil. Artık Anadolu şaha kalktı. Hep aynı takım şampiyon olmuyor. Son beş yılda beş farklı şampiyon gördük. Son şampiyon da ikili averajla şampiyon oldu. Artık sadece İstanbul’un beyleri değil, Anadolu yiğitleri de bu yarışın içinde. Buram buram memleket kokan diyarlarda da artık kalpler yeşil sahaya göre ritimleniyor. Çağdaş futbola ayak uyduruyor,Fair Play örnekleri sergiliyorlar. Alın terleri ile mücadele edip kazanıyorlar. Maçı önceden bilmek, normalde birbirinin kuyusunu kazan kişilerin işine gelince birlik olmak, saha dışı ne kadar oyun olursa olsun bilmez Anadolu. Temennimiz kimsenin bilmemesi tabi.

Geçmiş yılların maçlarına bakıyorum da ; hızlı, hareketli, kıran kırana mücadele, teknik, fazla sansarlık içermeyen çok güzel bir futbol görüyorum. Şortlar kısa futbol uzun. . . Şimdi şortlar uzadı ama futbol kalitesi ise tam ters orantıda. Ben kısa şortlar istiyorum. Ben futbolun sadece sahada oynanmasını istiyorum. Temiz futbol, temiz taraftar, haklı mücadele ve adalet istiyorum. Eski futbolu geri istiyorum. Olmasın renkli ekran televizyonda gerekirse. Uzun saçları, ağır topları , Pele’yi , Maradona’yı, Van Basten’i, Puskas’ı. . .

Spikerlerin maç temposundan nefes bile alamadıkları maçları, maçın nasıl biteceğinin son düdüğe kadar belli olmamasını çocuklarıma anlatmak istiyorum ileride. Eski futbolla modernizmi bir arada görmek istiyorum. İnşallah o günler fazla uzak değildir. . .

Kaynak: http://www.sporajans.com.tr/EditorNews.asp?ID=4838#.Uo9bc9LIZtY

5 Nisan 2012 Perşembe

Şanlı Lider Urfa, Bozüyük Karşısında (2012-2013 2.Lig Beyaz Grup)




Bilindiği üzere Şanlıurfaspor Türkiye 2.Lig Beyaz Grubu’nda ilk sırada yer alıyor. Her maçta izleyenlere güzel bir futbol seyrettirmeyi ve bu güzel futbolu gollerle süslemeyi çok iyi biliyorlar. Sistematik futbol oynuyorlar. Şanlıurfaspor kurumsallığıyla, teknik futboluyla ve taraftarıyla liderlik koltuğunda olmanın hakkını veriyor. Türkiye 2.Lig Beyaz Grup’ta 16 gol ile en az gol yiyen takım konumunda sarı yeşilliler. Deplasmanda en başarılı takım. Deplasmanda en başarılı takım Şanlıurfaspor, evinde hiç mağlubiyet görmeyen iç sahadaki en başarılı takım Bozüyükspor ile Bozüyük Şehir Stadyumu’nda karşı karşıya gelecekler.
Bu maçın hayati derece de olduğu ortada. Bir yanda liderlik unvanını elinde bulunduran Şanlıurfaspor, diğer yanda evinde en iyi takım Bozüyükspor… Hani hep maçlardan önce söylerler ya: “İyi olan, iyi oynayan kazansın.” diye. Bende aynısını söylüyorum.Sahada mücadele eden, daha iyi oynayan kazansın ama bazen her şey sadece sahadaki kramponların mücadelesi ile sonuçlanmıyor. Bazen 22 futbolcunun mücadelesi ile, taraftar desteği ile kazanılmıyor, sahada düdük çalan hakemlerde sonuca etki edebiliyor. Bu etkiyi her hafta, her ligde en azından bir maçta rastlayabiliriz.
Hakem hatasız mı olmalıdır?

Hayır… Her insan hata yapar. Olabiliyorsa hatasız yönetebilen olmuyorsa da küçük hatalar ile yönetebilen hakemlere saygım sonsuz… Benim itirazım olan şey; bir hakemin sahadaki 22 kişinin yarısının kaderini değiştirmesi, bir takımın gidişatınıdeğiştirmesi, bir şehrin kaderiyle oynaması ve taraftarı futboldan soğutması.Hiç sinirlenmeyen bir taraftarı çileden çıkartması, profesyonellerin kendine hakim olamamasını sağlaması, bir şehri ve bir kitleyi kendine düşman etmesini, futboldaki güzellikleri konuşmak yerine bu hataların dile getirilmesini sevmiyorum. Türkiye’de ki hakem profili değişmeli.

Spor yazarı Uğur Meleke’nin deyimiyle kart verirken ‘ceza kesen trafik polisi’ gibi geliyorlar futbolcuların üzerine. Hakem oyunun tansiyonunu, seyrini ve sonuca etki edebilecek pozisyonları iyi okuyup, ayarlayıp değerlendirmelidir. Tüm bunlar sihirli değnek ile dokunup anında düzelecek şeyler değil ama umarım değişim başlar. En azından sonuca etki edecek hataları yapan hakemler büyük maçlara, şampiyonluğa oynayan ve hedefe giden takımlara atanmamalıdır. Bu haftaki Bozüyükspor-Şanlıurfaspor maçı büyük ve hedefe giden takımların maçları olması sebebiyle çok önemli. Şanlıurfaspor her yönüyle; kurumsallaşmış yönetimi, kaliteli kadrosu, sistematik futbolu, taraftarı ve şehrinin bütünleşmesi ile şampiyonluğu isteyen ve bu yolda adım adım ilerleyen bir takım… Ligin bitimine 6 hafta kala önümüzdeki hafta sonu oynayacakları Bozüyükspor maçı hayati derecede ve 6 puan değerinde bir maç.
Herkesin söylediği gibi ben de söylüyorum: İyi olan, iyi oynayan, iyi mücadele eden kazansın.
Dilerim futbol kazanır. Dilerim maçtan sonra sonuca etki eden hatalar yerine futbol konuşulur. İyi olan kazansın!

19 Mart 2012 Pazartesi

Bir Deplasman Klasiği(2012-2013 Sezonu Gaziantep maçı)


Karabükspor Gaziantep’te bir klasiği gerçekleştirdi. Çünkü sezon boyunca deplasmanlarda sadece 5 puan toplayabildi. Bu sezon Karabükspor’un istekli oynadığı, gözlerinde hırs gördüğüm iki maçı vardı. Bir tanesi İstanbul Büyükşehir Belediyespor ile oynadığı 2-2 berabere kaldığı maç,bir de Eskişehirspor’u 1-2 yendiği maç. Bu maçlarda Karabükspor iç saha performansının en azından çeyreğini dış sahaya yansıttı. Takım olarak 3 puan arzuladı. Diğer maçlarda bunları göremedim. Eskişehir deplasmanından sonra deplasman grafiğinde bir artış bekledim ama aksine neredeyse en kötü en isteksiz oyun oynandı. Bursaspor maçı kazanılsaydı şuan sadece ilk 8 için mücadele edebilirdi. Bazı oyuncular genelde deplasman da sönük kalıyor. Mustafa Sarp,Mabiala,Seriç ve Eskişehirspor maçı hariç Shelton. . .
Bunların yerinde deplasmanda mücadele eden oyuncular tercih edilebilir. Hakan Söyler gibi, Muhammed Özdin gibi,Erkan Taşkıran gibi oyuncular tercih edilebilir. Hem yedek kadronu formda tutmuş olursun hem de as kadrondaki oyuncular yorgunluktan sakatlık tehlikesi yaşamazlar. Mehmet Yıldız’ı deplasmanlarda ilk 11’den ziyade 2.yarıda oyuna alıp ilerde top tutma özelliğinin kullanılması lazım diye düşünüyorum. İlhan Parlak ileri uca alınıp sağ kanata Juju’yu alabilir yada ileride Ergin Keleş’i deneyebilir. Hep aynı kadroyla sonuçlar aynıysa farklılık yapıp farkını ortaya koymalısın.

Bülent Korkmaz sorunları çok iyi tespit ediyor, hatta demeç olarak dile de getiriyor. İlk geldiğinde, “Defansif olarak sorunumuz var. Çok kolay gol yiyiyoruz.” demişti. Ara transferde ona çözüm buldu. Hatta gol yememek için aldığı stoperler Jahiç ve Mabiala kritik maçlarda kritik gollere bile imza attılar. Jahiç çok iyi de Mabiala’ya değinmek istiyorum. Hava toplarında başarılı, kademeye girdiği zamanlar topun sahibi olabiliyor ama biraz sabırsız. İlk çıktığı maçta asist yapmıştı ama Galatasaray deplasmanında bu sabırsızlığının sinyalini tüm Türkiye’ye vermişti. Mabiala’ya her top geldiğinde yada rakibi Mabiala’ya yaklaştığında faul olacak gibi hissediyorum. Her an bir şey olacakmış gibi. Galatasaray maçında,Orduspor maçında. . . Gaziantep maçında da aynısı oldu. Dengesizce ve amatörce bir hareketle penaltıya sebebiyet verdi. Karabükspor’un oyunda baskıyı artırdığı dakikalarda oyunun kırılma anı oldu. Bora’nın bu maçta yapacağı fazla bir şey yoktu. İlk golde defansa çarpan top şaşırttı. İkinci gol zaten penaltı. 3.gol de kimse bekleyemezdi. Sapara’nın 90 diye tabir ettiğimiz noktadan topu çıkardı. Tomiç’in sakatlığı da dilerim ciddi değildir.

Karabükspor haftaya evinde Kayserispor’u konuk edecek. Konuk ekipte önemli bir eksik Navarro var. Karabükspor’da önemli bir eksik yok. Ligin ikinci yarısında evinde hiç maç kaybetmedi kırmızı-mavili ekip. Samsunspor, Antalyaspor 3 puan alamadı. Beşiktaş ile karşılaşacak olan Manisaspor sadece kendini değil diğer takımları d a yakından ilgilendiriyor. Manisaspor kaybederse Karabükspor’un bu mağlubiyeti fazla önem arz etmez. Karabükspor taraftarını bir türlü rahatlatamıyor. Tam kazanıyor tehlike hattından uzaklaşıyor,bir hafta sonra kaybediyor. Kalan bu 3 haftada kalp doktorlarına çok fazla iş düşecek. Karabükspor taraftarlarında da heyecan son düzeyde olacak. Taraftarların yaptığı şovlar,takıma verdikleri moral çok harika. Bu destek sezon sonuna kadar sürecektir bence. Bülent Korkmaz ve takım bu taraftar desteğini deplasmanda değerlendirmelidir. Sadece bir deplasman kaldı. O da Mersin İdman Yurdu deplasmanı ama daha önemlisi olan içeride oynanacak Kayserispor ve Beşiktaş maçları. Karabükspor’un Kayseri’den alacağı 3 puan gerçekten rahatlamasını sağlayacaktır. Manisaspor’un fikstürünün zorluğunu düşünürsek eğer.