26 Aralık 2017 Salı

Ceyla Büyükuzun Röportaj

Spor medyasının gülen yıldızı: Ceyla Büyükuzun

"İnsanlar başta “Böyle ekrana çıkılır mı? Nerede habercilik ciddiyeti?” diye beni yadırgadı. Ama yavaş yavaş insanlar buna alışmaya başladı." diyor kıvırcık saçları ile ilgili Ceyla Büyükuzun. "Açıkçası sonrasında bu durum bana avantaj oldu. İnsanlar beni kıvırcık saçlarımla hatırlamaya ve tanımaya başladı." diye de ekliyor. 




Ekran önünde kıvırcık saçlarıyla fark yaratan, samimi ve doğal tavırları ile gün geçtikçe hayran sayısı artan Ceyla Büyükuzun ile yaptığım röportaj. SKY Türk, Bjk TV, TRT Spor maceralarından sonra A Spor ve A Haber  ekranlarında yer alıyor. Bu işin hem okulundan hem mutfağından gelen Büyükuzun'un çok doğal ve mütevazi olduğunu da söylemeden geçemeyerek teşekkürlerimi sunuyorum. 


Spikerliğe nasıl başladınız?



Sunuculuğa ilk önce SKY Türk TV’de başladım. Üniversite rektörlerinin geldiği bir programdı. Sonra spor programına geçmek istedim. Eski Beşiktaş TV Genel Müdürü rahmetli Tuğrul Yenidoğan sayesinde BJK TV’ye geçtim. Hiç spor geçmişim yoktu. Sadece futbolu seviyor ve ilgileniyordum. Yenidoğan’ın desteğiyle spor programına başladım. BJK TV’den TRT Spor’a geçtim. Oradan da A Haber’e transfer oldum. A Haber’deyken A Spor kuruldu ve şu an da kariyerime  A Spor kanalında devam ediyorum.



Genelde sektörde ekran önünde olanın daha sıradan ve sade bir görünüş olmalı bir algı var. Sizin özellikle saçlarınız ve tarzınız itibariyle daha farklı bir durum sergiliyorsunuz. Bunu nasıl sağlıyorsunuz?


Dediğin şey çok doğru. Aslında haber sunarken çok sade olmak gerekiyor. Ama ben olamadım. Hiçbir zaman da olamayacağım. Doğuştan kıvırcık saçlarım. Dolayısıyla ekrana bu şekilde çıkmaya başladım. İnsanlar başta “Böyle ekrana çıkılır mı? Nerede habercilik ciddiyeti?” diye beni yadırgadı. Ama yavaş yavaş insanlar buna alışmaya başladı. Açıkçası sonrasında bu durum bana avantaj oldu. İnsanlar beni kıvırcık saçlarımla hatırlamaya ve tanımaya başladı. Aslında önceden bu durumu hep bana söylerlerdi. Ama bu işe başladığımdan beri hiç saç modelimi değiştirmedim. Sonuçta bu sektöre yeni başladım. İstikrarımı da hiç bozmadım. İnsanlar beni televizyonda öyle tanısın istedim. Çünkü aynı şekilde sokakta gördüklerinde de öyle tanıyacaklar. Bu arada hala televizyonda eleştiri oluyor. “Bu kıza elektrik mi çarpmış? Saçlara bak” diyenler oluyor. Ama çoğunluk alıştı. Yani farklı olmamı sadece kendim olmakla sağlıyorum diyebilirim.


Son zamanlarda kadın spor sunucusu olmak çok tercih edilen bir hale geldi. Ama gerçek futbol izleyicisi hangi kadın sunucunun işten anlayıp hangisinin sadece ekran önünde iş yapabildiğini anlıyor. Siz işinizin haricisinde futbola, spora ne kadar zaman ayırıyorsunuz?


Ben küçük yaşlarımda itibaren bale yapıyordum. Yaklaşık 15 sene kadar yaptım. Yani sporla ilişiğim küçük yaşlardan itibaren vardı. Bunun yanında küçüklüğümden beri babamla abim beni hep maçlara götürürdü. O zamanlardan beri içimde hep futbolla ilgili bir şey yapmak vardı. Ama spor diyemiyorum çünkü Türkiye’de futbol kadar konuşulan bir konu yok. Tabi basketbol son zamanlarda çok büyük bir ivme kaydetti. Ama her ne kadar olsa da bunun ağırlığı yine futbol. Ben de seviyordum ve takip ediyordum. Sonra bu işin biraz daha içinde olmak istedim. Bir şekilde çabalayarak ucundan tuttum. Gerçi ileride hayat ne gösterir bilmiyorum belki bambaşka bir iş yapacağım. Ama şuan için böyle çok mutluyum.


Televizyonda olmak başlı başına zor bir iş olmalı. Peki uzun saatler ekran önünde olunan spikerliği kadın olarak yapmanın zorlukları neler?

Aslında eskiden daha zormuş. Ama şimdi artık o kadar fazla kadın var ki… Eskiden erkekler bence orayı kendi alanları sayıp kadınların dahil olmasını kabul etmiyorlardı. Spor programları için “Şimdi erkek erkeğe muhabbet olacaktı ama arasına bir kadın koymuşlar” diye düşünen çok vardı. Ama şimdi bence o kadar yok. O yüzden bizim için bu konuda pek bir zorluğu olduğunu düşünmüyorum. O algı artık kırıldı. Ben o zor döneminde yoktum.

Türkiye’de futbol çok ön planda olsa da özellikle basketbol, voleybol ve diğer sporlarda da çok fazla başarı kazanmaya başladık. Siz bu işin içinde olan birisi olarak Türk sporunun geleceğini nasıl yorumlarsınız?

Futbol gerçekten hayatımızın çok içinde. Öncelikle ulusal kanalda olunca reyting kaygısı denilen bir şey var. Bu kaygıdan dolayı sen izleyicinin istediğini vermek zorundasın. İzleyici de senden futbolu duymak istiyor. Dolayısıyla biz ağırlıklı olarak futbol konuşuyoruz. Ama artık voleybol da özellikle basketbolda takımlarımız çok güzel işler yapıyorlar. Bir spor kanalı olarak bu durum bizi çok mutlu ediyor. Sadece futbola takılıp kalmak çok da istediğimiz bir şey değil. Ama işte bu durum biraz da beklentiyi karşılamak için oluyor. 

Televizyon haberciliğiyle gazete haberciliğinin farkı ne? Sadece sunuculuk için değil ama televizyonda çalışmak isteyen birinin önce gazetede çalışmasını önerir misiniz?

Bence şart değil. Gazetenin mutfağı olduğu kadar televizyonun da var. Sadece ekran önünde değil, ekranın arkasındaki insanlar da birçok bilgiye sahip. Ekran arkasında da prodüktörler, editörler, şefler var. Dolayısıyla ekrana çıkmadan da televizyonun mutfağında neler döndüğünü görebilirsiniz. Ki zaten asıl iş orada dönüyor. Öyle bir durum ki mesela reji seni rezil de eder vezir de. Bu yüzden rejiyle olan iletişimin çok önemli. Aslında orada bu işe başlamak daha kıymetli çünkü neler olduğunu öğreniyorsun.


Türk spor izleyici kitlesinin bu programlar sayesinde gün geçtikçe değiştiğini ve daha çok şey bildiğini düşünüyorum. Siz bu programcılardan biri olarak Türk spor izleyicisini nasıl değerlendirirsiniz?

Bana göre Türk spor izleyicisi sadece futbola odaklı. Söylediğimiz gibi basketbolda sadece son dönemde artmaya başladı. Bizim elimize gelen raporlarda neyin, nerede reyting yaptığını görüyoruz. Birbirimizi kandırmaya gerek yok Türk spor izleyicisi için futbol var.

Son olarak  geleceğe dair kariyer planınızdan bahseder misiniz?

Şuan için hayat ne gösterir, iş nereye gider hiç bilmiyorum. Şuanda olduğum yerden mutluyum. Hayatta hiçbir şey için büyük konuşmayı sevmiyorum. İleride belki bambaşka bir şey yapabilirim. Dolayısıyla net bir şekilde kariyer hedeflerimden bahsedemiyorum. 


Irmak Kazuk Röportaj

“70 milyon teknik direktör var!”
Ntv Spor ekranlarından tanıdığımız deneyimli spor muhabiri ve sunucusu Irmak Kazuk kariyerinde yaşadıklarını ve spor medyasının durumunu anlattı. İnternet ortamına bir kayma olduğunu belirten Kazuk, internette çok daha özgür hareket edebildiklerini dile getirdi

                       

Küçük yaşlardan beri basketbol oynayan ve Bilgi Üniversitesi Televizyon Gazeteciliği Bölümü’nden mezun olana kadar basketbolu bırakmayan Irmak Kazuk, sporcu geçmişinin olmasının büyük faydasını gördüğünü dile getirdi.  Uzun yıllar Ntv Spor’un bünyesinde yer alan başarılı muhabiri ve sunucusu Kazuk, mesleğinde yaşadıklarını ve medya sektöründeki durumları anlattı.

Mesleğe nasıl başladınız?


Başlama hikayem biraz ilginçti diyebilirim. Üniversite ikinci sınıfın sonuna doğru bir hocamız bize “Sizi NTV binasına götürelim. Orada her şeyi yerinde görün.” demişti. Bizde gittik. O zamanlar 2000lerin başı ve NTV’nin en revaçta olduğu zamanlar. Tesadüfen Okay Karacan’ı gördük. Voleybolcu Eray diye bir arkadaşım vardı. Onunla birlikte gezerken Eray “Aa Okay Karacan değil mi o? Hadi gel konuşalım belki staj falan yaparız.” dedi. “İyi. Tamam.” dedim ama o zamanlar aklımda hiç böyle bir şey yoktu. Gittik Okay Abi ile tanıştık, anlattık; televizyon gazeteciliği okuyoruz ayrıca sporcuyuz, bursluyuz falan diye. Okay Abi’nin hoşuna gitti “Tamam öz geçmişinizi hazırlayın” dedi. Sonra bir bekleme süreci geçti. Bekledim. Sonra Fuat Akdağ bana “Seni değerlendirmek istiyoruz.” dedi. Sporcu geçmişimin olması ve televizyon gazeteciliği okumam etkili oldu belki de.  

Mesleğe başladığında ne tür zorluklar yaşadın?

İlk olarak staj ile başlıyorsun. Stajyerlik medya sektöründe çok fazla sömürüye endeksli durumda. Staj dönemi başta maddi fedakarlık ile beraber sosyal anlamda da fedakarlık gerektiriyor. Ben ikinci sınıfın sonunda staja başladım dördüncü sınıfın sonuna kadar staj yaptım. Okuldan çıkıyorsun. Arkadaşların gezmeye giderken, yemek yemeye giderken sen işe gidiyorsun. Tabi ki bu bir seçenek. Böyle bir durumu tercih etmeyebilirdim de. Mezun olduktan ve Ntv’ye girdikten sonra da bu fedakarlık süreci devam etti. Profesyonel bir şekilde çalışırken de işin merkezinde fedakarlık ve özveri var. İnsanların hobi olarak yaptığı şeyleri sen iş olarak yapıyorsun. En basitinden bir Galatasaray-Fenerbahçe derbisine gitmek için diğer insanlar çok çabalıyor, sağı solu arıyor. Sen bilet buluyorsun ama maçı taraftar psikolojisi ile izlemiyorsun. Doksan dakika boyunca kafanda sürekli bir şeyler var. “Hangi dizilişte oynuyor?”, “Kim oyundan çıktı?”, “Kim sakatlandı?”, “Durumu ciddi mi?” gibi sorular maç boyunca kafanızın içinde yer alıyor. Bunlar da işin pek görünmeyen fedakarlık ve zorlukları.

                     

Kendinizi geliştirmek için neler yaptınız?

İnsanın spor algısının açık olması lazım. Benim birçok meslektaşıma göre avantajım sporcu geçmişimin olmasıydı. Sporcularla, spor yöneticileriyle, teknik direktörlerle, koçlarla iletişim kurduğumda çok daha rahat empati yapabiliyorum. Bu durumunda avantajlarını her zaman yaşadım. Yurt dışındaki yazıları, makaleleri de olabildiğince takip etmeye çalıştım. Hala da çalışıyorum. Olması gereken şeylerden biri bence bu. Bizim kendi ülke sınırlarımız içinde çok küçük bir dünyamız var. Bu dünyayı da olduğundan fazla şişiriyoruz. O şişkinliğin, o denizin içinde kayboluyoruz. Bizim gözümüzde Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray, Barcelona ve Real Madrid’den daha büyük! Dünyadaki ve Avrupa’daki gerçek spor algısı ve kültürü ile empati kurmak kesinlikle çok gerekli.

Kendini en iyi hissettiğin yer neresi peki?

Basketbolda ben kendimi daha çok kendim gibi hissediyorum. 10 yaşımdan beri basketbol oynuyorum. Üniversiteden mezun olduktan sonra bıraktım. Hala bir şekilde oynamaya devam ediyorum. Basketbol çevresinde çok fazla arkadaşım var. Basketbol sayesinde tanıdığım bir çok kişi var. Küçüklüğüm basketbol salonlarında geçti. Bu yüzden basketbolda daha rahatım diyebilirim. 

Futbolu da çok seviyorsun. Hatta bacağınıza Gerrard dövmesi yaptırmıştınız değil mi?
Gerarrd’ın sporcu karakterini çok seviyorum. Duruşu, kulübe karşı hissettiği aidiyet, takım arkadaşlarına yapmış olduğu liderlik, sahiplenme duygusu gibi şeyler Gerrard’ı sevmemi sağlayan şeyler. Adı Gerrard olabilir ama ben sporcu karakterinin dövmesini yaptırdım.

                                           

Bundan hareketle yurt dışında desteklediğiniz takım Liverpool diyebilir miyiz?

Tabi ki. Özümde Galatasaraylıyım ama toplum yaptığımız iş gereği tuttuğumuz takımı duymaya çok toleranslı değil. Taraftarlık yönümüzü kendi içimizde ister istemez törpüledik ama bir yandan da hissetme ihtiyacı duyuyorum. Çünkü sporu ve futbolu seviyorum.

2010 FIBA Dünya Şampiyonası’nda Türkiye A Milli Basketbol Takımı ile çok samimi bir süreç yaşamıştın. Hatta Sırbistan maçı sonrasında oyuncularla beraber sevinmiştin. Bu durumun avantajları ve dezavantajları nelerdir?

Dezavantajını çok gördüğümü söyleyemem. O takımın büyük bir bölümü benim yıllardır tanıdığım arkadaşlarımdı. Hidayet’i Kerem’i Sinan’ı tanıyordum. Sonrasında Cenk’i ve Semih’i muhabirliğe başladıktan sonra daha yakından tanıma şansım oldu. Çoğu oyuncu ile arkadaş olduk. O sevinç te arkadaşlığın ve samimiyetin sonucunda gerçekleşen bir şeydi. Olay kendiliğinden gelişti. Planlı bir şey değildi. Ben de bıraktım kendimi.

                    

Ntv Spor ekranlarında “Denemeden Olmaz” programını yapmıştınız. Daha çok olimpik sporlara yönelik bir programdı. Türk spor izleyicisinin bu sporlara dikkatini çekmek için mi yapılmıştı?

Türkiye’ye bakıldığında 70 milyon teknik direktör, 70 milyon basketbol antrenörü, 70 milyon sporcu var. Sözde tabi. Anket yapsan herkes her şeyi biliyor! Programın özünde biraz da Türk spor izleyicisi ile dalga geçmek te var. Türk spor izleyicisi her şeyi “Ben olsam yapardım.” der ya; izleyicilere aslında göründüğü kadar kolay olmadığını göstermek te vardı ama olimpik sporlara dikkat çekmek gibi bir misyonu da vardı. O programın sonrasında antrenörden, sporcudan ve birçok spor adamından çok güzel geri dönüşler oldu. Spor adamı derken yöneticiler de oldu tabi ama mesela; spor akademisinden mezun olmuş ve Karabükspor’un alt yapısında oyuncu yetiştirmeye çalışan bir antrenörün bana verdiği olumlu tepki ve yaklaşım benim için daha değerli. Bu gibi güzel şeyler de yaşadım.

                                       

Ali Ece ile beraber internet üzerinden (goal.com)“Açık Tribün” programını yapıyorsunuz. İnternetin giderek daha yaygın kullanmasından kaynaklanan bir tercih miydi?

Dijital sektör sürekli gelişiyor. Ben de uzun zamandır bir şeyler yapmak istiyordum. Ntv Spor da çalıştığım dönemde de bir şeyler üretmek istedim. Daha sosyal medya odaklıydı o dönem ama biraz içimde olduğu için yaptım. İnternete ve sosyal medyaya büyük bir kayma var ve bunu hissettiğim için de böyle bir program oldu. Bir yandan da internette daha özgürüz. Özgürlük derken her aklına geleni söylemek değil tabi ki. Şu da bir özgürlük; ben bir şey çekmek isterken belki sadece Iphone kullanarak çekmek istiyorum. Ntv Spor gibi imkanları çok iyi olan bir yerde bile bizim önümüze bu anlamda engel çıkıyordu. Bütün bunlar göz önüne alındığında ben istediğimi üretebileceğim için internet ortamında daha özgür hissediyorum kendimi.

Son olarak medyada, özellikle spor medyasında çalışmak isteyenlere neler söylemek istersiniz?

İnsanlarının hedeflerinin olması çok güzel bir şey. Sabırlı olmaları gerekiyor. Çok istisnai durumlar olmadığı sürece, bu bir bağlantı da olabilir başka bir şey de olabilir ama ne olursa olsun sabırlı olmak gerekiyor. Ben spor sunucusu oldum işin sonunda ama kaset te taşıdık, timekod da aldık, yeri geldi kanal binasında da yattık. Arka planda olan çok küçük bir görev için de bunları yaptık. Geldiğim nokta da işin prodüksiyon tarafını, montaj tarafını, editörlük tarafını biliyor olmam yeni bir platformda yeni bir iş için bile çok büyük avantaj sağlıyor. Bu konularda bilgimiz ve tecrübemiz olmasa, tabiri caizse uzaylı olsak her yeni süreç te daha çok zorlanırız. Bu yüzden biraz adım adım gitmek lazım.