Ntv Spor ekranlarından tanıdığımız deneyimli spor muhabiri ve sunucusu Irmak Kazuk kariyerinde yaşadıklarını ve spor medyasının durumunu anlattı. İnternet ortamına bir kayma olduğunu belirten Kazuk, internette çok daha özgür hareket edebildiklerini dile getirdi
Küçük yaşlardan beri basketbol oynayan ve Bilgi
Üniversitesi Televizyon Gazeteciliği Bölümü’nden mezun olana kadar basketbolu
bırakmayan Irmak Kazuk, sporcu geçmişinin olmasının büyük faydasını gördüğünü
dile getirdi. Uzun yıllar Ntv Spor’un
bünyesinde yer alan başarılı muhabiri ve sunucusu Kazuk, mesleğinde
yaşadıklarını ve medya sektöründeki durumları anlattı.
Mesleğe
nasıl başladınız?
Başlama hikayem biraz ilginçti diyebilirim. Üniversite
ikinci sınıfın sonuna doğru bir hocamız bize “Sizi NTV binasına götürelim.
Orada her şeyi yerinde görün.” demişti. Bizde gittik. O zamanlar 2000lerin başı
ve NTV’nin en revaçta olduğu zamanlar. Tesadüfen Okay Karacan’ı gördük.
Voleybolcu Eray diye bir arkadaşım vardı. Onunla birlikte gezerken Eray “Aa
Okay Karacan değil mi o? Hadi gel konuşalım belki staj falan yaparız.” dedi. “İyi.
Tamam.” dedim ama o zamanlar aklımda hiç böyle bir şey yoktu. Gittik Okay Abi
ile tanıştık, anlattık; televizyon gazeteciliği okuyoruz ayrıca sporcuyuz,
bursluyuz falan diye. Okay Abi’nin hoşuna gitti “Tamam öz geçmişinizi
hazırlayın” dedi. Sonra bir bekleme süreci geçti. Bekledim. Sonra Fuat Akdağ
bana “Seni değerlendirmek istiyoruz.” dedi. Sporcu geçmişimin olması ve
televizyon gazeteciliği okumam etkili oldu belki de.
Mesleğe
başladığında ne tür zorluklar yaşadın?
İlk olarak staj ile başlıyorsun. Stajyerlik medya
sektöründe çok fazla sömürüye endeksli durumda. Staj dönemi başta maddi fedakarlık
ile beraber sosyal anlamda da fedakarlık gerektiriyor. Ben ikinci sınıfın
sonunda staja başladım dördüncü sınıfın sonuna kadar staj yaptım. Okuldan
çıkıyorsun. Arkadaşların gezmeye giderken, yemek yemeye giderken sen işe
gidiyorsun. Tabi ki bu bir seçenek. Böyle bir durumu tercih etmeyebilirdim de. Mezun
olduktan ve Ntv’ye girdikten sonra da bu fedakarlık süreci devam etti.
Profesyonel bir şekilde çalışırken de işin merkezinde fedakarlık ve özveri var.
İnsanların hobi olarak yaptığı şeyleri sen iş olarak yapıyorsun. En basitinden
bir Galatasaray-Fenerbahçe derbisine gitmek için diğer insanlar çok çabalıyor,
sağı solu arıyor. Sen bilet buluyorsun ama maçı taraftar psikolojisi ile
izlemiyorsun. Doksan dakika boyunca kafanda sürekli bir şeyler var. “Hangi
dizilişte oynuyor?”, “Kim oyundan çıktı?”, “Kim sakatlandı?”, “Durumu ciddi
mi?” gibi sorular maç boyunca kafanızın içinde yer alıyor. Bunlar da işin pek
görünmeyen fedakarlık ve zorlukları.
Kendinizi
geliştirmek için neler yaptınız?
İnsanın spor algısının açık olması lazım. Benim
birçok meslektaşıma göre avantajım sporcu geçmişimin olmasıydı. Sporcularla,
spor yöneticileriyle, teknik direktörlerle, koçlarla iletişim kurduğumda çok
daha rahat empati yapabiliyorum. Bu durumunda avantajlarını her zaman yaşadım.
Yurt dışındaki yazıları, makaleleri de olabildiğince takip etmeye çalıştım.
Hala da çalışıyorum. Olması gereken şeylerden biri bence bu. Bizim kendi ülke
sınırlarımız içinde çok küçük bir dünyamız var. Bu dünyayı da olduğundan fazla
şişiriyoruz. O şişkinliğin, o denizin içinde kayboluyoruz. Bizim gözümüzde
Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray, Barcelona ve Real Madrid’den daha büyük!
Dünyadaki ve Avrupa’daki gerçek spor algısı ve kültürü ile empati kurmak
kesinlikle çok gerekli.
Kendini
en iyi hissettiğin yer neresi peki?
Basketbolda ben kendimi daha çok kendim gibi
hissediyorum. 10 yaşımdan beri basketbol oynuyorum. Üniversiteden mezun
olduktan sonra bıraktım. Hala bir şekilde oynamaya devam ediyorum. Basketbol
çevresinde çok fazla arkadaşım var. Basketbol sayesinde tanıdığım bir çok kişi
var. Küçüklüğüm basketbol salonlarında geçti. Bu yüzden basketbolda daha
rahatım diyebilirim.
Futbolu
da çok seviyorsun. Hatta bacağınıza Gerrard dövmesi yaptırmıştınız değil mi?
Gerarrd’ın sporcu karakterini çok seviyorum. Duruşu,
kulübe karşı hissettiği aidiyet, takım arkadaşlarına yapmış olduğu liderlik,
sahiplenme duygusu gibi şeyler Gerrard’ı sevmemi sağlayan şeyler. Adı Gerrard
olabilir ama ben sporcu karakterinin dövmesini yaptırdım.
Bundan
hareketle yurt dışında desteklediğiniz takım Liverpool diyebilir miyiz?
Tabi ki. Özümde Galatasaraylıyım ama toplum
yaptığımız iş gereği tuttuğumuz takımı duymaya çok toleranslı değil. Taraftarlık
yönümüzü kendi içimizde ister istemez törpüledik ama bir yandan da hissetme
ihtiyacı duyuyorum. Çünkü sporu ve futbolu seviyorum.
2010
FIBA Dünya Şampiyonası’nda Türkiye A Milli Basketbol Takımı ile çok samimi bir
süreç yaşamıştın. Hatta Sırbistan maçı sonrasında oyuncularla beraber
sevinmiştin. Bu durumun avantajları ve dezavantajları nelerdir?
Dezavantajını çok gördüğümü söyleyemem. O takımın
büyük bir bölümü benim yıllardır tanıdığım arkadaşlarımdı. Hidayet’i Kerem’i
Sinan’ı tanıyordum. Sonrasında Cenk’i ve Semih’i muhabirliğe başladıktan sonra
daha yakından tanıma şansım oldu. Çoğu oyuncu ile arkadaş olduk. O sevinç te
arkadaşlığın ve samimiyetin sonucunda gerçekleşen bir şeydi. Olay kendiliğinden
gelişti. Planlı bir şey değildi. Ben de bıraktım kendimi.
Ntv
Spor ekranlarında “Denemeden Olmaz” programını yapmıştınız. Daha çok olimpik
sporlara yönelik bir programdı. Türk spor izleyicisinin bu sporlara dikkatini
çekmek için mi yapılmıştı?
Türkiye’ye bakıldığında 70 milyon teknik direktör,
70 milyon basketbol antrenörü, 70 milyon sporcu var. Sözde tabi. Anket yapsan
herkes her şeyi biliyor! Programın özünde biraz da Türk spor izleyicisi ile
dalga geçmek te var. Türk spor izleyicisi her şeyi “Ben olsam yapardım.” der
ya; izleyicilere aslında göründüğü kadar kolay olmadığını göstermek te vardı
ama olimpik sporlara dikkat çekmek gibi bir misyonu da vardı. O programın
sonrasında antrenörden, sporcudan ve birçok spor adamından çok güzel geri
dönüşler oldu. Spor adamı derken yöneticiler de oldu tabi ama mesela; spor akademisinden
mezun olmuş ve Karabükspor’un alt yapısında oyuncu yetiştirmeye çalışan bir antrenörün
bana verdiği olumlu tepki ve yaklaşım benim için daha değerli. Bu gibi güzel
şeyler de yaşadım.
Ali Ece ile beraber internet üzerinden (goal.com)“Açık Tribün” programını
yapıyorsunuz. İnternetin giderek daha yaygın kullanmasından kaynaklanan bir tercih
miydi?
Dijital sektör sürekli gelişiyor. Ben de uzun
zamandır bir şeyler yapmak istiyordum. Ntv Spor da çalıştığım dönemde de bir
şeyler üretmek istedim. Daha sosyal medya odaklıydı o dönem ama biraz içimde
olduğu için yaptım. İnternete ve sosyal medyaya büyük bir kayma var ve bunu
hissettiğim için de böyle bir program oldu. Bir yandan da internette daha
özgürüz. Özgürlük derken her aklına geleni söylemek değil tabi ki. Şu da bir
özgürlük; ben bir şey çekmek isterken belki sadece Iphone kullanarak çekmek
istiyorum. Ntv Spor gibi imkanları çok iyi olan bir yerde bile bizim önümüze bu
anlamda engel çıkıyordu. Bütün bunlar göz önüne alındığında ben istediğimi üretebileceğim
için internet ortamında daha özgür hissediyorum kendimi.
Son
olarak medyada, özellikle spor medyasında çalışmak isteyenlere neler söylemek
istersiniz?
İnsanlarının hedeflerinin olması çok güzel bir şey.
Sabırlı olmaları gerekiyor. Çok istisnai durumlar olmadığı sürece, bu bir
bağlantı da olabilir başka bir şey de olabilir ama ne olursa olsun sabırlı
olmak gerekiyor. Ben spor sunucusu oldum işin sonunda ama kaset te taşıdık,
timekod da aldık, yeri geldi kanal binasında da yattık. Arka planda olan çok
küçük bir görev için de bunları yaptık. Geldiğim nokta da işin prodüksiyon
tarafını, montaj tarafını, editörlük tarafını biliyor olmam yeni bir platformda
yeni bir iş için bile çok büyük avantaj sağlıyor. Bu konularda bilgimiz ve
tecrübemiz olmasa, tabiri caizse uzaylı olsak her yeni süreç te daha çok
zorlanırız. Bu yüzden biraz adım adım gitmek lazım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder