30 Aralık 2014 Salı

Dizilen Diziler (Türk komedi dizilerinin analzi ve eleştirisi)


Diziler…Şüphesiz hayatımızın bir bölgesinde yer tutan,belki de hayatımızın ortasında duran şeyler… Hayatımızda yer alan bu yapımların niteliği, vermek istediği mesaj, verdiği duygu,topluma etkisi,kaynak aldığı eserle uyumluluğu,tarihi gerçekliğe uygunluğu,izleyecek kitlelerin geneline hitap etmesi… Bunlar çok önemli. Çünkü; şimdi bel altı espriler, RTÜK’ten ceza alacak derecede müstehcen sahneler, yasak aşklar, toplum ve bireyin ruh sağlığını etkileyecek senaryolar aldı başını gidiyor. Eski dizilerde bunlar nadirdi. Böyle insanlar, olaylarda nadirdi. Ben öyle tek kanallı, siyah-beyaz görüntülü günleri, Dallas’ı,A Takımı’nı,Beyaz Gölge’yi izlemedim. Seksenlerden bahsetmeyeceğim. O kadar eskiye gitmeyeceğim. Çünkü 2000 yılına geri dönsek yeterli. Hatırlar mısınız dört kız,üç erkek öğrenciler aynı evdeydi,cana yakın ev sahipleri vardı? 7 Numara... Sloganı “Sevgiyi ekrana taşıyan dizi” idi. Gerçekten öyleydi. Nasreddin Hoca Mizah Ödülü, Medyanın En İyileri 2001 (En İyi Yerli Dizi),Radyo TV Gazeteciler Derneği 24. Radyo Tv Oskar Ödülü,Ankara Üniversitesi Hukukçular Cemiyeti Derneği (En İyi Yerli Dizi),Büyük Kolej Yılın İletişimcileri Ödülü almıştı zaten ama benim kriterim kazanılan ödüller değil. 7 Numara’yı her sene izlerim… O dizi de 3 tane Kastamonu’dan gelen erkek öğrenci vardı: Saf,şehir görmemiş,duru,hiç olumsuz duygu bilmeyen,efendi…4 tane kız vardı Anadolu’nun farklı şehirlerinden gelen ve yurt hayatından bıkıp ev arayan. Birbirlerini iyi tanıyan zaaflarıyla dalga geçseler de zor zamanlarında seferberlik ilan eden. Bir de bir türlü çocukları olmayan sevgi ve gerçek aşkla yaşayan, iyi niyetli ev sahipleri. Ben 92 bölüm olan 7 Numara’yı her sene izlerim. Aynı evde kalmasına rağmen erkek ve kızların hiç birbirlerine yan gözle baktıklarını görmedim. Müstehcen sahne, komedi dizisi olmasına rağmen bel altı espri, küfür görmedim. Armağan ile Haydar’ın tamamen saf duygularıyla yaşadığı aşkı, öğrenci dostluğunu,ev sahiplerinin kiracılarına kol kanat gerdiğini gördüm. Duyguları, yaşanan durumları, verilen mesajları gerçek hayatımdan kesitmiş gibi hissettim. Çünkü dizidekiler ben gibi öğrenciyi canlandırıyordu. Dizinin merkezinde aile holdingi yoktu bakkal vardı. Mantıcı vardı. Kanka diye bişey yoktu zaten ama Kavak Yelleri olayları yoktu. İki kız kardeş biri hamile biri evli aynı adamla. Bu durum yok. Havuzlu,uşaklı,şöforlü villa yok. Naif,ahşap, sevgi dolu ev vardı.

Leyla ile mecnunda aynı şekilde. Dizi görünürde mahalle dizisi ama bir bölüm uzayda başka bölümde Cengiz Han'ın yemeğini yiyiyorlar. Sezar’ın düğününü basıyorlar. Senarist katıldığı programlarda`Benım mahallem büyük .`diyor. Dizinin ana karakteri olan Erdal Bakkal’ı canlandıran Cengiz Bozkurt ta 'Bizi mahalle dizisi çekeceğiz diye kandırdılar.'diyor.(Gülüyor) Bu kadar yerel görünen mütevazi dizi aslında dünya çapında. Dünyanın en iyi ilk 10 yapımı arasında. Kaynakta Amerikan İMDB sitesi. Dizi komedi dizisi ama sitcoma karşı. Hatta göndermeler yaparak ta belirtiyor.+18 kelimeler geçmiyor. İnce espriler,Türk halkının klişeleşmiş,kalıplaşmış davranış ve sözleri ile güldürüyor.Bir nevi sosyolojik analiz diyebiliriz.Türk toplumunda görülen her şeyi bulabilirsiniz. Hatta kendinizi dizinin içinde buluverirsiniz. Dizi de günlük hayatta kullandığımız hitaplar var: hacı,hafız,başkan vs. Diziden bir şey anlamıyorum diyenler var. Sosyal medyayı ve güncel olayları takip etmeyenler dizide yapılan göndermeleri anlayamayabilirler. Dizi komedi ama gemi sesi bile duygu yüklü,anlam ifade ediyor. Gözünüzden yaş akma safhasında buluyorsunuz bazı sahnelerde. Hem gülmekten hem hüzünlenmekten… Dizi güncel komedi ama küfür yok. Ağır küfürler: sarkozy,tuvalet terliği,duş perdesi,damacana vs. Dizi de alkol yok meyve var.Sigara yok sakız var.Diğer diziler gibi sahilde içilen gazete kağıdına sarılı biralar,malikanelerde içilen buzlu viskiler yok. Dizinin tam orta yerinde çay var. Çay olmazsa olmazdır. Hatta dizi ekibinden bazı kişilerin yer aldığı müzik grubu Leyla The Band verdiği konserlerde bile çay içiyor. Dizi adından da anlaşılacağı gibi aşık-maşuk dizisi ama o diğer dizilerde ki ihtiraslı, entrikalı, cinsel duygulardan ,ego tatmin etmekten ibaret aşk değil. Komik ve tutkulu aşk. Dizi de bu iki kelime kadar uçuk işte. Komik ve tutkulu kavramları dizide yan yana ve hiç te sırıtmıyor. Dizide gençlere rol model teşkil edecek, özendirecek, özlem duyulan zenginlik, mükemmellik, popülaritelik yok. Dizide çizgili pijama giyen insanı, çay demleyen, alışveriş için pazara giden, lastikçi dükkanı, işsiz insanlar görürüz. Kendimizi, gerçek hayattan kişileri, gerçek hayattan durumları görürüz çünkü.
Bizim yaşantımıza benzer başka bir dizi daha vardı. Geniş Aile… İlginç tabirler, söz düelloları, sıradan duyguları sıra dışı kelime oyunlarıyla dile getiren aşıklar vardı. Kaç yaşına gelirse gelsin her zaman başını belaya sokan Cevahir ile onun rakibi Koyu Bilal...Rasim Öztekin,Halit Akçatepe,Ufuk Özkan,Zuhal Topal,İlker Ayrık gibi oyuncu kadrosu ile ekranlarda boy gösterdiler. Hele ki Cevahir’in Ulvi’ye sıraladığı sıra dışı kelimelerle kurduğu sıra dışı cümleler ayrı bir heyecan katıyordu diziye. Espiriler çok güzel ve ard arda gelince durdurup durdurup düşünmenizi sağlıyor.

“•Terminator'ün gözüne lazer tutan Ulvi.
•Akraba ziyareti yapayım derken akraba evliliği yapan Ulvi.
•Çaya kaç şeker attığını unutup bir daha atan Ulvi.
•Doktor ağzını aç deyince soyunup ağzını açan Ulvi.
•Disko topuyla plates yapan Ulvi.
•Zenginden alıp güzele veren Ulvi.
•13. Cuma filmine abdest alıp giden Ulvi.” Gibi. Bu sözlerde günlük hayatta karşılaştığımız trajikomik durumlar yer alıyor.

Ben sadece +18 olmayan dizileri öne çıkarmak, toplumdan gerçekleri komedi olarak sunmak, bir yerlere göndermeye yapmak iyi demiyorum. Demek istediğim bel altı espri yapmadan güldürebilmek, cinsel içerik olmadan aşkı anlatabilmek, duygusallık ve acıma duygusu için dram senaryosu yazmadan ağlatmak da mümkün. Onu söylemek istiyorum. Bunları yapabilen diziler sadece reyting kazanmıyor. Yıllar geçse de unutulmuyor. İnternet üzerinden her gün tekrar izleniyor. Bazı sahneler paylaşım rekoru kırıyor. Hem küçük çocuklara ya da rol model alması muhtemel çocukluk-gençlik arası dönemine kötü örnek veya yanlış örnek teşkil etmez. Bütün gençlerin son model araba, telefon,müzik çalar ve benzeri alması, sürekli popülaritelik duygusu, kızlarla erkeklerin her ortamda her zaman bol vakit geçirmesi,ebeveynlere karşı çıkmayı marifet,sorumlulukları eziyet olarak gören, sadece +18 şakalarla güldürmeye çalışan tipler olması isteniyor gibi sanki. Hem mümkünmüş hem de marifetmiş gibi. Unutulmaz üstad Kemal Sunal’ı bütün Türkiye niye sevdi? Hatta sadece Türkiye değil bütün dünya onu ‘Şaban Oğlu Şaban’ filmi ile sevdi.1977’de yönetmenliğini Ertem Eğilmez’in yaptığı bu film İmdb'de yapılan dünyanın en komik filmleri arasında en iyi film seçilmiştir. Ben burada öne çıkardığım dizileri Kemal Sunal gibi küfürsüz güldükleri,mesaj verdikleri, insanların egolarına hitap etmek yerine üstün oyunculuk ve sağlam senaryo ile izlendikleri için sevdim. Türkiye’de bu yüzden sevmiş olmalı. Acele ile yapılan bir televizyon işinin özenle hazırlanmış olma ihtimali nedir sizce? Leyla ile Mecnun’un senaristi olan henüz 27 yaşındaki Burak Aksak konuk olduğu bir programda “Ben televizyona bir projeyi bir senede teslim ederken başkaları her ay yeni projeler getiriyor. İşin kalitesi düşüyor.”diyor. Bir dizi yada sinema; önce kaliteli senaryo,genelde tanınmış oyuncular,güncel konular yada eskimeyen konular,diğer yapımlardan farklı ve özgün olması, genel izleyici kitlesine hitap etmesi gibi maddelerle ön plana çıkar yada arka plana atılır. Tabi bunların hiçbirini barındırmamasına rağmen büyük kanallarda saatlerde yayın akışında yer alan ve bunları yayın süresince izleyende var. Zevk meselesi tabii. Şuan basit bir zevk meselesi gibi görünse de önümüzdeki yıllar için yapılacak projeleri dolayısıyla kamuoyunun karşısına çıkacak dizileri etkileyecektir. Bu alan benim uzmanlık alanımın biraz dışında. Ben spor yazarıyım. Sadece bunları yazmak içimden geldiği ve birkaç kişi de olsa bu konuya dikkat ederek televizyon karşısında vakit geçirmelerini istediğim için yazdım.
Saygılarımla
Fatih ÜNLÜ

18 Kasım 2014 Salı

Kolay ama önemli (Türkiye-Kazakistan maçı yazısı)


Türkiye A Milli Futbol Takımı dün çok önemli bir üç puan aldı. Zor değildi ama önemliydi. Özellikle geçtiğimiz hafta içi oynanan Brezilya maçından sonra. Brezilya karşılaşmasında Türk futbolcuları ıslıklayanlar seyirciydi. Dün oynanan Kazakistan maçında ise taraftar vardı. Her an destek veren, alkışlayan, maç sonunda ‘Arda takımı buraya getir.’ diyerek takımı alkışlayan taraftar. Bilinçsiz taraftarlar da vardı. Hani şu milli kalecimize küfür eden taraftarlar. Taraftarlar derken münferit 5-10 kişi. Volkan Demirel’i beğenmeyebilirsiniz, sevmeyebilirsiniz, nefret duyuyor bile olabilirsiniz. (Açık konuşmak gerekirse ben de Volkan’ı hem performans olarak hem de karakter olarak beğenmiyorum.)Volkan’a karşı hissetlerinizde özgürsünüz fakat bunu ifade ederken o gün o sahadaki Volkan’ın kulüp maçı için değil göğsünde ay-yıldız forma olduğu için orada bulunduğunu unutmamalısınız. Volkan Demirel gibi önemli bir kalecinin de bu olaylar karşısındaki reaksiyonu bu kadar olmamalıydı. Soyunma odasında Fatih Terim’e durumu anlatıp yedek kulübesinde oturabilirdi. Sahayı terk etmek belki de stadyumu terk etmek Volkan’a pahalıya patlayabilir.

Maça dönecek olursak eğer beklendiği gibi geçti desek yalan olmaz. Kazakistan galibiyeti bir moral ve bir umut tazeleme açısından önemliydi. Zaten 1. ve 2. olamayacağımız için en azından son maça kadar 3.lüğü kovalarız. Açıklanan ilk 11’de Serdar Aziz ve Ozan Tufan’ın olması beni sevindirdi. İnşallah sadece bu maçlık kullanmayıp takıma monte etmeyi düşünüyordur Fatih Hoca. Gökhan Gönül’ün yokluğunu çok aratmadı. En azından Kazakistan’a karşı. İlk 11’de 3 Bursasporlu oyuncu olması bazılarını kızdırsa da beni sevindirdi. Hep İstanbul takımlarından oyuncu olması sıkıyordu açıkçası. Milli formayı heyecan ile giyecek isimler önemli. Kazanmak sadece puan alarak değil, böyle isimler de kadroya katarak anlamlı.

Bugün skoru 3-1 olarak değil 4-0,5-0 olarak konuşabilirdik. Ben dün görülmesi gereken şeyin en azından şuanlık görüldüğünü düşünüyorum. Dün futbol oynamak isteyen, isteyen, arzulayan, gözlerinde oynama isteği olan bir takım gördüm. Skorun 2-0’a erken gelmesinden sonra o istek azaldı ama bitmedi. Nedendir bilinmez bizim ülkemizdeki takımlar skoru sağladıktan sonra yeni skorlar üretmek yerine elde ettiği skoru korumaya çalışıyor. Bu olay bir maçta değişecek bir şey değil. Bu olay taktik değil anlayış çünkü.

Kazakistan maçına Rus hakem verilmesi de ayrı bir olay. Polonya’ya Alman hakem atamak gibi. Neyse ki bariz hatalı kararlar vermedi. Arda’nın son dakikadaki pozisyonunun sarı kartla sonuçlanması ve bu sarı kart ile birlikte Hollanda maçında cezalı duruma düşmesi can sıkıcı bir durum. Her ne olursa olsun Kazakistan elinden geleni yaparak oynadı. Mücadelesini sahaya koydu. Onları da tebrik etmek istiyorum. Maçtan kopmadılar hiç.

Rakip her ne kadar FIFA sıralamasında 132.olsa da bu galibiyet nefes aldırdı. Türkiye olarak kazanmayı özlemişiz. O nu anlamış olduk. Martta oynanacak Hollanda maçına kadar daha çok şey değişir ama ‘rakip takımın oyuncusuna milli forma altında olmasına rağmen küfür etmek’ değişmeyecek gibi.

1 Kasım 2014 Cumartesi

Merhaba 2024 yılındaki Fatih...

(Yine bir ödev gereği yazılan ama 'iyi ki yazmışım' dedirten 10 yıl sonraki kendime mektup)


Merhaba 2024 yılındaki Fatih,

Öncelikle nasılsın? İyi misin? Görmeyeli epey oldu. Tam olarak 10 sene geçti. Bugün 6 Nisan 2014. Günler okulla, ödevlerle, sınavlarla ve bilgisayar başında vakit öldürmekle geçiyor. Telefonda küçük kardeşimle hasret gidermekle avunuyorum. Gönül meseleleri de içten türkü söyletmiyor değil. Sabahları kuş cıvıltıları yerine inşaatlardan gelen sesler ile uyanıyorum. Ne kadar da pastoral! Ha birde bizim takımın ciddi ciddi ilk defa Avrupa kupalarına gitme şansı var. Saç baş yoldursa da seviyoruz napalım. Bunları sana niye anlatıyorsam? Sen zaten biliyorsun.

Sen neler yapıyorsun bilmiyorum ama benim sana gelirken yapmak istediğim çok şey var. Yapmak istemediklerim de var tabii. Her ne kadar enteresan biri olsam da bilirsin ki bazı konularda iradem sağlamdır. Ne olursa olsun şimdi kullanmadığım gibi sigara ve alkol kullanmak istemiyorum mesela. Kendime yapmamak üzere verdiğim sözlerden biri buydu. Belki küçük bir şeydir ama benim için önemli. Ben önce kendime verdiğim sözü tutmak isterim. Çünkü daha şimdiden beni rol model edinen çocuklar var. Benim irademi daha da sağlamlaştırdı bu olay. Bana mesaj atmış İstanbul’dan bir Karabüklü kardeşim “Ağabey bölüm seçeceğim. Sözel mi? Eşit ağırlık mı? Hangisini seçeyim? Ben senin gibi olmak istiyorum. Sen ne okumuştun ağabey?”diye sordu. Ben de hayallerimi gerçekleştirirken böyle küçük şeylerden de olsa taviz vermek istemiyorum. Okul okumayı bırakmayı da düşünmüyorum. Her ne kadar benim hazırlık yüzünden yaşıtlarımdan 2 sene sonra bölümümü okumaya başlasam da, 25 yaşımda diploma alacak olsam da seviyorum okumayı. Mezun olduktan sonra başka bölümler de okumak istiyorum. Güzel şey öğrencilik. Zordur ama ben zaten zoru severim. Zaten bu durumdan dolayı resmiyet sevmediğimi biliyorsun. Sabah 9 akşam 5, KPSS, prosedürler, formaliteler, az çalışma saati gibi şeyleri sevmiyorum. Biraz da bu yüzden Basın ve Yayın okuyorum. Haftada 1 gün dışında hep çalışmayı düşünüyorum. Umarım memur olmam. En azından 40 yaşımdan önce düşünmüyorum. Yapmak istediğim çok şey var. O kadar şeyi yapabilir miyim? Şimdiden şüpheleniyorum. Dört yıldır devam ettiğim spor yazarlığında çok iyi yerlere gelmek istiyorum. Bu konuda iki sene önce aldığım “Gelecek vaat eden genç spor yazarı” ödülünün hakkını vermek istiyorum. Özel davetli olarak gittiğim ödül gecelerinde artık ödül alan ya da ödül veren olmak istiyorum. Orada tanıştığım idollerimle aynı yerde çalışmayı hedefliyorum. Ertem Şener, Emre Tilev, Erdoğan Arıkan, Kerem Öncel ağabeylerim gibi. Arada görüşüyorum onlarla. Hal hatır soruyorum. “Sen zaten geleceksin yanımıza Fatih.” diyorlar. “İnşallah abi.” diyorum. Televizyonda spor programı adı altında şaklabanlık yapanlar gibi değil de az önce saydığım isimler gibi olmak istiyorum. Benim onları idol edindiğim gibi benden sonra gelecek neslinde beni idol edinsin istiyorum. Türkiye’de futbol, gazetecilik, yazarlık, yorumculuk, özü sözü bir dendiğinde o kişinin ben olmasını arzuluyorum. Biliyorum çok zor ama imkansız değil. Arada sırada umutsuzluğa kapılsam da bizim ajansın müdürü, ailem ve çevremdeki sevdiklerim bana destek veriyor. Bu desteği almak çok güzel. Bir başka güzellik de benim ailemin seçeceğim bölüme karışmamış olmasıydı. Benim yaşamımı sürdüreceğim mesleği okumama çok karşı çıkmamasıydı. Tabi bu olayda henüz lise de  okurken bir ulusal dergiden çağrılmış olmam hem de sınıf öğretmenimin konuşması etkili oldu. Tam bir futbol aşığıyım. Bilirsin YGS ye gireceğim sene bile bütün maçlara gittiğimi, sırf maça gitmeme izin vermediler diye kendimi yurttan kovdurttuğumu, apartmanın altındaki bakkala gitmeye üşenip 8-10 saatlik deplasmanlara gittiğimi. Sen de gidiyorsun değil mi maçlara?  Kombinemim olduğu koltuk sakın boş kalmasın. Bu kadar yoğun yaşadığım bu sevgiyi mesleğimle birleştirmek istiyorum. Güzel, mutlu bir aile kurmayı, tatilimi sadece onlarla geçirmek istiyorum. Çocuklarıma bir hafta sonu bu yazdığım mektubu bile göstereceğim belki de. “Bugün hayatınızın son günü olsa ne yapardınız?” sorusuna, “Ailemle beraber maç anlatmak isterdim.” diyen Ertem Şener gibi biraz. Tatil günlerim de onları pikniğe götürmek isterim. “O zamana piknik yapacak orman kalır mı acaba?” sorusu anında beliriyor kafam da. Bugünlerde bile artık yeşillikler kardelen gibi zar zor çıkıyorlar karşımıza. Çocuklarımın veli toplantılarına katılmayı istiyorum. Çocuğumun gururu okşansın, “Ben bu babanın çocuğuyum işte.” desin istiyorum. Zengin olursam değişmemek; komşumuz Nazmiye Teyze’de börek, Ayşe Yenge’ deki o nefis ev baklavası, anneannemdeki gözlemeler ile bayramlarda buluşmak, ziyaretlerinde bulunmak düşüncesindeyim. “Mahallede akşam ezanına kadar koşuşturan Fatih ile  bu Fatih arasında hiç fark yok.” deyip gülsün komşular. Cuma akşamları Beyaz Show devam ederse oraya konuk olarak çıkmak istiyorum. Beyaz’ın ekibi; komşularımdan, ailemden ve çevremdekilerden bilgi alsın ve bana canlı yayında söylesin. Orada duyayım ki hem bir özeleştiri, hem bir özgeçmiş olur. Ben tarafsız yapamam belki güzel olur. Ailemin sevdiği oyunculardan rahatça imzalı fotoğraf alayım, istemezler ama evlerindeki eşyaları yenileyim, sık sık arayıp dualarını alayım. Küçük kız kardeşim benden para istesin, ödevlerime yardım etmemi istesin. Büyük kız kardeşime de arada misafirliğe gideyim. Öğretmenlik okuyan arkadaşlarım var. Onların yanına gider, öğrenci gibi derslerine girerek sürpriz yaparım. Memleketime tatile gittiğimde ilgi göreyim. Mesela; “Fatih Ünlü Karabüklü. Şu an NTV’de bizim maçı yorumluyor. Herkes izlesin arkadaşlar.” diye paylaşımlar yapsınlar sosyal sitelerde.  Ellerinde Safranbolu lokumu ile yanıma ziyarete gelsinler. Evimde bana ait ayrı bir odam olsun. İçinde; alacağım ödül ve plaketler, şuan 40 tane olsa da ileri de sayısı artacak futbolculardan alınma formalar, şuan 63 tane olsa da sayısı katlanacak atkılar, kırmızı-mavi duvar, oyun konsolları ve kocaman plazma olsun. Öğretmenlerimi ağırlayım orada. Çok emekleri var. Benden “Bu çocuk benim öğrencimdi.” diyerek bahsetsinler arkadaşlarına. Arada ziyaretlerine gideyim. Öğrenciyken yaşadıklarımı yad eder, öğrencilerle paylaşırız. Bir çocuğun yaramazlık yaptığı zamanları gibi. Ben bozulmam öyle şeylere. Şuanda da olduğu gibi bilet ayarlayayım futbolsever hocalarıma. Eskişehir’de üniversite hayatı boyunca beraber vakit geçirdiğim arkadaşlarımla bir araya geliriz. Halısaha maçı  yaparız belki yine. Bizim için geleneksel hale gelen balık ızgara günlerini sekteye uğratmayız. Çünkü Eskişehir’di beni bu hayat trafiğinde geç yola çıkaran. Buraya gelirken zayıftım.Saçlarım,dişlerim vardı. Şimdi kiloluyum,saçlarım yanlardan almış başını gidiyor,dişlerim de yok sayılır. Çekirdek yemeyeli 7 ay oldu. O arkadaşlarım vardı ben depresyonlardayken yanımda. Ben bu mektubu yazarken 1.sınıftayım. Yaşıtlarım ise tez hazırlıyorlar. Bu yaz diplomalarını alacaklar. “Geç olsun da güç olmasın.” diye avutuyorum kendimi. Okumayan yaşıtlarım ise çoktan askerden geldi de evlilik koşuşturması içindeler. Bazen pişmanlık hissediyor gibi olsam da hiç ‘keşke’ demedim hayatımda mesela. O açıdan memnunum. En azından boş durmadım geçen vakitte. Ödül gecelerine gittim. Röportajlara, maçlara, kamplara gittim. Mesleğimin önde gelenleri ile tanışmaya devam ettim. 22 gün sonra İstanbul’da bir ödül gecesi daha var mesela. Gerekirse devamsızlık yapmayı düşünüyorum. Çünkü çoğu şey fedakarlık gerektirir. Derslerimi sürekli asmıyorum. Yanlış anlaşılmasın. Ödül gecesinin tarihi belli olduğu için hiç kullanmadım devamsızlık hakkımı. Lisede ki gibiyim yani anlayacağın. Bir kitap yazayım yaşadıklarımı anlatan. Çok mu ütopik? Belki. Ne kadar zor olursa olsun yapmaya çalışacağım aklımdakileri. Artık olduğu kadarıyla.

Peki sen 2024 yılındaki Fatih, neler yapıyorsun şuan? Bu satıları okuyup gülüyor musun? “O zaman nasıl düşünüyor muşum?” diyerek. Yoksa hafif düştü mü yüzün? “Onca hedefim varmış ben ne kadarını yapabildim.” diye. Almışsındır eline kahveni; geçmişini hatırlayıp, anılarını canlandırmak için okuyorsundur belki de. Sigaraya başlamadın değil mi? Ben ciğerlerime güzel baktım. Sen de öyle yap ki öldüğünde başkalarına bağışlayalım. Onlar yaşamını devam ettirsin. Ünlü oldun, holdingde masa başında elinde kalemle oynayarak yayın saatini bekleyen, ailesine ve çevresine eski ilgisini kaybeden, duygularından arınmış düz adama mı dönüştün yoksa? Yoksa sosyal medya da senin gibi ünlü adamlarla olan fotoğraflarını paylaşıp, millete insan sevgisi ve merhametten bahsederken kendi sevdiklerini ihmal eden biri haline mi geldin? Yok yok. Olmamıştır öyle. En azından öyle umuyorum. Nasıl komşularının baklavalarının ve böreklerinin tatları hala damağında mı? Hala tatillerde annenin dizine yatıp, saçının okşanması bittikten sonra komşu ziyaretlerine gidiyor musun? Küçük kardeş nasıl? “Doktor olacağım.” diyordu yumurcak. Oldu mu? Baban yine “Niye maça gidiyorsun? Bu havada maça mı gidilir?” diyor mu? Annen de hemen senin tarafında yer alıp  “Bırak karışma çocuğa ne yapıyorsa yapsın.” cümlesi mi çıkıyor ağzından? Annen yine sen geliyorsun diye en sevdiğin yemeklerle donatmıştır masayı. Sen “Dur.” demedikçe doldurur yemekle tabağı. Baban sırf sen geldin diye izlemediği halde spor kanalını açar. Bilirsin ki o normalde sevmez. O genelde Pazar günleri kovboy filmleri ve  belgesel izlerdi. Hiç sevmezdi sporu. Baba yüreği işte. Komşular gelir kapıya “Fatih bizim bilgisayar bozuldu.Bir bakıverir misin?” diye. Eski günlerdeki gibi. Telefonların çalmaya başlar. Sosyal medyadan senin orada olduğunu öğrenen arkadaşların randevu isterler. Eski günleri yad edersiniz. Halısaha maçı yapıyorsunuzdur arada. Yine maç dönüşü apartmanın önündeki kamelyada maçı analiz ediyorsunuzdur. Kamelya ve misket oynadığımız küçük toprak alanı duruyor mu hala?  Pişmanlık duyuyor musun peki? Kitap yazacaktın. Yazabildin mi? Ne kadarını gerçekleştirdin hedeflerinin? Ben belki kitap yazamadım ama bu mektubu yazdım sana. Yalnız kaldığım öğrenci evinde, etrafı kalemlerle ve kağıtlarla dolu bir masadan yazdım bu mektubu. Sen nasıl bir yerde okuyacaksın acaba? Merak ediyorum.

Yıllar öncesinden, sen.


Aşk için icat

(Bir ödev gereği yazdığım Graham Bell'in içinde olduğu telefonun icat edilme hikayesini küçük bir aşk hikayesi :) )


1870’li yıllardayız. İskoçya’da veba hastalığından insanlığın öldüğü yıllardayız. Benim adım Dacy. Güneyli anlamına geliyor. Ülke bir yandan hastalıkla boğuşurken, bir yandan da yeni kıtaya -yani Amerika’ya- gidenlerin sayısı da artıyor. Daha çok mucitler ya da bilim adamları gidiyor oraya. Ben babamın ayakkabıcı dükkânında çalışıyorum. Çalışıyorum derken;arada uğruyorum dükkâna ve babama yardım ediyorum.Ben çalışmayı fazla sevmiyorum.Genelde şehirde geziyor, mahallenin serseri takımıyla arada takılıyorum. Ne yapayım? Çalışmayı sevmiyorum. Gelmiyor içimden. Bir de vakit buldukça kasabaya inen kız arkadaşım Bonny ile görüşüyoruz. Bonny’nin babası da çiftçi. Haftada bir kasabanın pazarına iner.Benim de Bonny’i görme fırsatım olur. Başka türlü görüşemiyoruz ki fazla. Onların köyüne gidecek aracım yok. Arada onların köyünden gidenler olursa peşlerine takılıyorum ve Bonny’nin yanına gidiyorum ;ama Bonny evden fazla çıkamıyor. Bahçe işleri ile uğraşmaya çıkıyormuş gibi geliyor yanıma fazla konuşamıyoruz. O dümdüz sarı saçlarını, baktıkça içinde yüzdüğüm deniz mavisi gözlerine bakmaya doyamıyorum. Hemen babası annesine sesleniyor “Nerede kaldı bu kız?” diye. O büyülü an hemen bozuluyor. Çok seviyorum onu. Oraya gidemediğim zamanlarda da kasabanın haylaz çocukları ile mektup yolluyorum ona. O da bana yolluyor ama her gün gidip gelinmeyecek kadar yakın olmadığı için sık görüşemiyoruz. Ondan gelen mektubu okurken kelimeler saçları gibi dümdüz, yazdıkları gözleri gibi büyüleyici geliyor. Okumayı normalde hiç sevmeyen ben, o mektup hiç bitmesin istiyorum. Yakında sevgilisi olanlar çok şanslı! Bu durumdan sıkı dostum Graham da çok dertli. Onun henüz sevgilisi olmasa da: “Uzak mesafelerden insan birbiriyle konuşabilmeli.” diyor. O epey çılgın; ama olsun. En sevdiğim arkadaşımdır Graham. Graham yeni kıtaya gitme hayâli olanlardan biridir. Çünkü bu dönemde İskoçya’dan Amerika’ya gidip zengin olan çok kişi vardır. Benim dostum da böyle düşünüyordu; ama yeterli parası yoktu. Bir süre sonra “Ben gidiyorum artık!” demişti bana. O sözü söylediği günden beri epeydir haber alamamıştım ondan. Uzun bir süre sonra mektup aldım. Bizimki gün gözünü karartıp gitmeye karar vermiş yeni kıtaya. Limana gitmiş ve cebindeki paranın bilet için yeterli olmadığını öğrenince çok üzülmüş. Çökmüş oracıkta yere. Çaresizlik ile dolmuş her yanı. Yolcular gemiye birer birer binmeye devam ediyorlarmış. Hareket saatinin geldiğini belirten düdük de acı acı çalmaya başlamış. Tam her şey bitti derken burnunun ucuna bir bilet uzatılmış. Bizimkinin gözleri parlamış tabii. Bileti bir yaşlı adam uzatmış ona ve limanda aniden kalp krizi geçirerek vefat etmiş. Graham denizin kendisini tuttuğunu gemi hareket edince anlamış. Bizim şaşkın sadece onunla kalmayıp yan koltuklarında oturan Oswaldo ailesinin kızı ile güvertede gizli gizli buluşup konuşuyormuş. Bahanesi de mide bulantısıymış. Baba Oswaldo’nun bu durumu anlaması çok sürmemiş ve bizimkini iyice hırpalamış. Bizimki de çareyi gemiden atlamakta bulmuş. Zaten geminin varmasına az kalmış. Benim Bonny ile konuşamadığım gibi Graham da Lolita ile konuşamıyordu. Bizimki  ‘elektrikli konuşma makinesi’ yapacağım demiş. “Hem insanlar uzak mesafeler ile rahatça konuşabilir hem de sevgililerimizle daha rahat konuşuruz.” demiş. Mektubun sonuna da olabilecek en kısa zamanda bunu yapacağını ve bitirince yine yazacağını söylemiş. Mektubu okumayı bitirince bizimkinin ne kadar ciddi olduğunu anladım ve içimde bir umut tomurcuğu yeşerdi. Eğer Graham dediğini yaparsa hem kendi hayatını kurtarırdı hem de insanlığa çok büyük bir katkı yapmış olurdu. Artık Bonny ile görüşmek için kasabanın haylazlarını ve köylülerin mahsulleri arasında saklanarak kaçak seyahati kullanmayacaktım. Bu mükemmel bir şeydi. Ertesi gün dükkâna uğradım babam yine elindeki işleri yetiştirmeye çalışıyordu. Babama Graham’ın yazdıklarının bir kısmını söyledim. ‘Elektrikli konuşma makinesi’ deyince babam kahkaha attı. “ Olur mu öyle şey? Saçmalama Dacy.” dedi. Bana da gayet ilginç ve uzak geliyordu ama Graham gözünü karartmışsa, yapardı. O yüzden içimdeki umut tomurcuğu gittikçe yeşeriyordu. Olursa mükemmel bir şey olacaktı. Hem herkes rahatça uzaktakilerle konuşabilecekti ve bunu benim can dostum Graham Bell yapacaktı. Acayip heyecanlıydım. Graham dan gelecek mektubu bekliyordum. Bu durumu Bonny’ye söyledim. O da ilk başka çok şaşırdı. Sonrasında o da umutlandı. Artık bahçe işleri yalanı ile dışarı çıkmayacaktı. Babası ve annesi tarlaya mahsullerle ilgilenmeye gidince, evden oturduğu yerden benle konuşabilecekti. Mektup ne zaman gelir acaba? İçim içimi yiyor artık. Bonny ile de eskisi kadar görüşemez olduk. Kasabaya fazla inmiyorlar. Havalar soğudu epey. Dışarıda üşüsem de sürekli mektup bekliyorum. Sanki ben evdeyken bana ulaşmayacakmış gibi hissediyorum. Benim de kafamda Amerika’ya gitme fikri belirmeye başladı. Sevgili dostum Graham dediğini yaparsa yeni kıtada zengin olur bende onunla beraber çalışabilirim. Bur da çalışmak istemiyorum. Babam da sürekli yakınıyor. “Çalışmıyorsun. Dükkâna yanıma yardıma bile gelmiyorsun.” diyor. Bu kasabada yapabileceğim çok fazla da iş yok zaten. Belki Bonny’yi de ikna ederim. Yeni kıtada yeni bir hayata adım atarız. Her şey Graham’a bağlı durumda. Ya yapamazsa ‘elektrikli konuşma makinesi’ni? Ya hayal kırıklığına uğrarsak? Ya hiç o mektup gelmezse? Hayır kötü düşünmemeliyim. Can dostum kafasına koymuşsa yapar. Amerika’ya gitmesini bile düşünmezdim. Artık her şeyi yapabilir Graham.  Kendim inanmalıyım ki Bonny’de endişe duymasın. Hem Graham da artık ben gibi aşık biri. En azından onun için yapacaktır. Gaddar baba Oswaldo yüzünden görüşemiyor ki böyle bir şey yapmayı istiyor. Bu gerçekten mükemmel bir şeydi. Geceleri yatarken bunu düşünüyor hatta bununla ilgili hayaller kurarken uyuyakalıyordum. Bonny de sabırsızlanıyordu. Bonny’nin kasabası St.Albert’e giden bir köylü gördüm. Atladım arkaya Bonny’e gitmek için. Ona : “Benimle yeni bir kıtada yep yeni bir hayata var mısın? Graham elektrikli konuşmasını yaparsa ben de onunla çalışırım. Çok zengin oluruz. Babandan da uzak olur mutlu mutlu yaşar gideriz. Hem Graham’ın sevgilisi Lolita ile de tanışırsın. Canın da sıkılmaz orada.” Dedim. Bonny ise: “Emin misin? Graham gerçekten başarabilir mi? Eğer başarırsa düşünmeden gelirim seninle. Bu kasabada babam da varken rahat yaşamayız zaten seninle.” dedi. Gemi için bilet parası bile biriktirmeye başlamıştık. Artık her şey hazırdı. Sadece Graham’dan mektup bekliyorduk. Bonny de ben de çok heyecanlıydık. Geceleri pembe hayallerle ve Graham’dan gelecek olan mektubu düşünmekle uyuyordum. Graham ne yapıyordu acaba? Bir an önce bulmak için çabalıyordur o da. Nasıl bir şey olacak ki elektrikli konuşma makinesi? Telgraf diye bir şey vardı ama yazılı idi. Hem çok hızlı ve yaygın değildi. Bizimkinin dediği elektrikli konuşma makinesi sesli ve anında iletişimdi. Gerçekten akıl alır gibi değildi. Bunu yapacak olan kişinin de benim arkadaşım olması ayrı bir heyecan katıyordu. Aylarca süren bu meraklı bekleyişten sonra mektup geldi. Beklediğim gibi Graham’dandı.  O mektubun başında “Dacy buraya gelmelisin.” yazıyordu. Heyecanım iyice arttı. Hemen bir köşeye oturdum. Rahat rahat okumak için. Bizimki dediğini yapmış gerçekten de. Çok mutlu olmuştum. Satırları okudukça mutluluğumun nasıl kat kat arttığını anlatamam. Mükemmel bir duyguydu. Hem planlarım olmuştu hem de daha önemlisi arkadaşım insanlık tarihine geçmişti ve ben de buna tanıklık ediyordum. Mektupta nasıl bulduğunu ve neler olduğunu şöyle anlatmış bizim ki “ Sevgili dostum. Geç de olsa dediğimi yaptım. Elektrikli konuşma makinesini yaptım. Telefon diyoruz artık adına. Böyle geçecek tarihe. Sen gel daha da büyütürüz işleri. Bir de telefonla konuşma ritüeli artık “ALO” oldu. “ALO” nun anlamı ise benim sevgilim Lolita’nın tam adı Allessandra Lolita Oswaldo. Önce gizlice Lolita’nın evine döşedim hattı. Telefonum çaldığında ondan başkasının aramayacağını bildiğimden “Allessandra Lolita Oswaldo” diyordum. Tabi aramalar ve deneyler sıklaştıkça bu isim uzun gelmeye başladı. “Ale Lolos” demeye başladım. Zamanla bu bile uzun gelmeye başladı. En son isminin baş harfleri olan “ALO” demeye başladım. Deneylere öyle devam ettim. Tabi icat duyulunca da herkes “ALO” diyerek kullanmaya başladı. Artık sadece Lolita’nın gaddar babasından gizli görüşmekle kalmıyorum. Dünya tarihine geçecek bir buluş bu. İnsanlar kilometrelerce uzaktan istediği kişiyle sesli konuşabiliyor. Şuan her yerde yok tabii. İskoçya’ya da geç gelir. Şuan sadece benim çevrelerimde var; ama yavaş yavaş yayılıyor. Sen de gel ki beraber çalışalım. Sen orada yapamazsın. Bonny’yi ikna edebilirsen onu da getir. Artık Lolita ile beraber yaşayacağız o da gelirse daha güzel olur dostum. En kısa zamanda bekliyorum.” Graham mektubun sonuna da kaldığı yerin adresini yazmış. Hemen kasaba merkezine gidip Bonny’nin kasabasına giden bir köyle gözlemeye başladım. Çok heyecanlıydım. Yaklaşık yarım saat sonra bir köylünün samanları arasına saklanarak St.Albert’e vardım. Bonny’ye mektubu göstererek yazdıklarını anlattım. O da çok heyecanlanmıştı. Hemen plan yapmaya başladık. Yarın sabah erkenden bizim kasabada buluşup limana giderek gemiye binecektik. İçim içime sığmıyordu. Aylardır hayalini kurduğumuz şey sonunda gerçekleşmişti. Yarın sabah çıkıyorduk yola. O gece endişeden, meraktan, düşünceden değil; meraktan uyuyamadım. Bir an önce sabah olsun istiyordum. Sonunda sabah oldu ve gizlice evden çıkıp kasabaya indim. Sırtımda bir çanta vardı. İçinde birkaç kıyafet vardı. Bir kaç da yiyecek bir şeyler. Bir de Graham’ın yazdığı mektup. Durup durup baştan okuyordum. Okudukta daha da heyecanlanıyordum. Karşıdan Lolita’nın geldiğini gördüm. Onun yüzünden de belli oluyordu o mutluluk ve heyecan. O da birkaç parça giysi ve yiyecek almış. Bir de sırf bu anı beklediği için benim haberim olmadan bana yelek örmüş. Onu verdi. Demek ki Bonny’de bekliyordu gerçekten bu haberi. Mutluluğuma mutluluk katmıştı bu yelek. Sahile vardık. Aylardır para biriktirdiğimizden bilet için fazlasıyla paramız vardı. Geçtik gemiye. Yan yana oturduk Bonny ile. Ellerimiz birleşti ve birbirimizin gözlerine bakarak pembe hayallere dalmaktan alıkoyamıyorduk kendimizi. Hareket etmeyi haber veren düdükle kendimize geldik. Toparlandık. Etrafımızda oturanlar genelde tüccardı. Oraya iş için gidiyorlardı. Biz ise yeni bir hayat kurmaya gidiyorduk. O yüzden bizim gözlerimizde tarifsiz heyecan vardı. Bunu bize bakan tüccar yolculardan anlayabiliyorduk. “Ne yapıyor? Kim acaba bu gençler?” der gibi bakıyorlardı. El ele tutuşarak ve hayallere dalarak geçen yolculuğumuz son bulmuştu. Graham’ın verdiği adresi sora sora bulup evine gittik. Gördüm Graham’ı. Çok değişmiş. Saçları dökülmüş ama gözlerinde o eski kararlılığın perçinlenmiş hali var. Sarıldık uzun uzun. Hemen oturduk, konuşmaya başladık. Graham hararetli bir şekilde anlatıyordu yaptıklarını. Dediğini yapmış bizimki. Onun hayalleri gerçek olmuştu. Amerika’ya gitme hayali gerçek olmuştu. Oraya yerleşmiş hatta tomar tomar para kazanır oldu. Sevgilisi ile rahat konuşmak uğruna çileler çekip icat yaptı ve bu icatla dünya tarihine geçti. Ben de onun yanındaydım. Şahit oluyordum bütün olanlara ve onunla çalışacaktım artık. Tüm dünyaya yayılacak bir icadın mucidi benim arkadaşımdı ve ben artık onunla çalışacaktım. Lolita da Graham’ın yanına geldi, onunla beraber yaşıyordu. Graham bu icadı geliştirmeye çalışıyordu. Gece gündüz demeden uğraşıyordu. Lolita ise bu durumdan rahatsızdı. Ben de Graham’ın yanında çalışıyordum. Bizzat şahit oluyordum. Bonny de fazla mutlu sayılmazdı ama Lolita kadar değildi. Bonny küçük şeylerle mutlu olabiliyordu. Amerika’da yaşıyorduk ve rahatsız eden kimse yoktu. Biz Graham ile çalışmalara devam ederken Lolita gün geçtikçe tahammül edemez hale geliyordu. Bir gün Graham’ın yanına çalışmaya gittiğimde evde Lolita’yı göremedim. Evet. Düşündüğüm şey olmuştu. Lolita artık sürekli deney yapan Graham’a katlanamamış ve onu terk etmişti. Graham da o günden itibaren telefon başından ayrılmaz oldu. Her an Lolita arar ve onun adının kısaltması ile efsaneleşen hitap şekli “ALO” der diye bekliyordu. Âşık mucit dünya tarihine geçecek ve insanlık tarihini değiştiren bir icada imza att; ama bu icadın sebebi Lolita yanında değildi. Ben de Bonny ile mutlu geçiniyordum. Tam benim hayat arkadaşımdı işte Bonny. Onu gün geçtikçe daha çok seviyorum. Graham ile Bell Şirketini kurduk ve orada çalışıyorduk. Graham sürekli telefon başından ayrılmazken bu icat tüm dünyaya yayılmaya başladı. Ben, “Arkadaşım elektrikli konuşan makine yapacakmış.” dediğimde bana gülenler telefonu görünce beni hatırlarlar. Dünyayı değiştiren, insanlık tarihine çok büyük bir mihenk taşı olan bu icat bir aşığın sevgilisiyle görüşebilmesi için yapılmıştı ve bu sevgili erkek arkadaşını terk etmişti. Çok ilginç bir hikâye. Zaten Graham’ın içinde olduğu bir olay da normal olamazdı. 


5 Temmuz 2014 Cumartesi

Sevgi Dolu "Siyah İnci"

Doğum sertifikasında ismi Edison Arantes do Nascimento da olsa, ailesi tarafından Edson olarak çağrılan afacan çocuk 11 yaşına kadar ayakkabı boyacılığı yaptı. Ailesinin ona Edson olarak seslenmesinin sebebi;  "İ" harfinin, nüfus memurunun hatası sonucu yanlış yazılmasıdır. Pek çok Brezilyalı aile gibi Edson’un ailesi de fakir bir aileydi. Brezilya’nın Gremio köyünde yaşayan bu ailenin yaramaz çocuğu Edson okula gitse de ayağından top, aklından futbol eksik olmuyordu. Okul takımında da çok iyi futbol oynadığı için arkadaşları ona İrlandaca ’da futbol anlamına gelen ‘Peil’ lakabını taktılar. Edson okul bahçelerinde ve sokaklarda top oynarken 1934 Dünya Kupası’nda Brezilya Milli Takımı forması giymiş Valdemar de Brito tarafından keşfedilir. Edson’un futboluna hayran kalan Brito, onu Sao Paulo kentinin en önemli takımlarından Santos’a götürür ve oradaki yöneticilere “Bu çocuk dünyanın gelmiş geçmiş en iyi futbolcusu olacak.” der. Haklı da çıkar. Çünkü asıl adı Edison Arantes do Nascimento olan bu çocuk Pele’nin ta kendisidir.

Gremio’ da, 23 Ekim 1940’ta hayata gözlerini açan Pele, delicesine sevdiği futbolu işi haline getirmek için Brito’nun da katkısıyla henüz 15 yaşında Santos ile profesyonel sözleşme imzaladı.15 yaşında profesyonel olduğu Santos kulübündeki ikinci sezonunda Brezilya Paulista Eyaleti gol krallığını tadan Pele için bu başarı henüz başlangıç sayılırdı. Pele’nin başarılarını ve yaptıklarını yazmaya kalksam bu yazıya sığdıramam. Sadece Sabah Gazetesi’nin biyografi bölümünde yer verdiği Pele’nin kısa ve öz başarılarından bahsedeceğim. Hiç değinmemek de haksızlık olur çünkü.1283 golle en fazla resmi golü olan futbolcudur Pele. Kulübü Santos’u iki kez 1962 ve 63’te FIFA Kıtalar Arası Kulüpler Şampiyonu yapan “Siyah İnci”, 3 kez de Brezilya Milli Takımı ile Dünya Kupası’nda zafere uzandı.Fransa’nın ünlü spor dergisi L’Equipe Pele’yi, “Yüzyılın Spor Adamı” seçti.FIFA’nın ‘iyi niyet elçisi’ olarak birçok yardım etkinliğinde görev alan hayırsever futbolcunun kendi resmi internet sitesinde yer alan diğer bir bilgiyse Time Magazine ve FIFA tarafından “20. yüzyılın en önemli 20 insanı” arasına alındığıdır.Ayrıca Pele 2013 yılında aldığı FIFA Altın Top Onur Ödülü ile bu ödülü alan ‘ilk’ futbolcu olmuştur.

“Pele gelmiş geçmiş en iyi oyuncudur.” desem, hemen arkasından “Maradona?” diye seslenirler. Hiç kıyaslanmaktan kurtulamadı bu iki isim. Evet Maradona sadece Amerika Kıtası’nda kalmayıp cesaret göstererek Avrupa’ya da gitti.Hatta buna şaşıran bir muhabirin “Efendim Barcelona’ya transfer oldunuz.İspanya’da başarılı olabilecek misiniz?” sorusuna “Niye ki? Top orada da yuvarlak değil mi?” cevabını vermiştir Maradona. Pele’den daha fazla kulüpte oynadı.Ayrıca Maradona’nın antrenörlük kariyeri de var ve hala devam ediyor. Benim favorim her zaman Pele’dir.Goller, asistler ve çalım yeteneği gibi şeyler ile vermedim kararımı. Bu karar sadece yeşil sahaya bakarak verilmez.Verilmemeli de bana göre.Asıl farklılık futbolda değil; futbolun dışındadır.Pele’yi kayırmamın sebebi de budur.Pele saygı ve sevgi insanıdır.Çok fazla sinirlendiği, bağırdığı, kasıtlı faul yaptığı görülmemiştir.Sırf bu yüzden Pele’nin insan özelliğinden çok robot özelliği taşıdığı söylenmiştir.Çünkü bugüne kadar bir hatası ya da yanlışı görülmemiştir.Maradona, 1991 yılında İtalya’da Napoli takımında oynarken rutin bir doping testi sırasında kokain kullandığı ortaya çıktı. Arjantin’e döndüğünde gözaltına alınan Maradona o kadar olaylı bir kişiydi ki, gözaltından çıktıktan sonra evinin önünde bekleyen basın mensuplarına saldırdı. Artık gazetelerde golleri ve futbolu ile değil saha dışındaki davranışlarıyla yer alıyordu. Kariyerini kemiren kokain alışkanlığından kurtulamayınca 37 yaşında aktif futbol hayatına noktayı koydu. Futbolu bıraktıktan sonra defalarca ameliyat geçiren Diego Armanda Maradona, 2005 yılında hem kokain bağımlılığının üstesinden geldi hem de fazla kilolarından kurtuldu.Pele ve Maradona kıyaslanmakla kalmayıp, bizzat kendileri çeşitli konularda tartışıyorlar. Hala “Kim daha iyi?” tartışması son bulamazken, şimdilerde de Messi ve Neymar tartışması var. Maradona Messi'nin dünyanın en iyisi olduğunu savunurken, Pele ise vatandaşı Neymar'ı dünyanın en büyük futbol yeteneği olduğunu her fırsatta dile getiriyor. 

Benim favorim olan futbolcu Pele’dir. Dediğim gibi bu seçimim sadece popülaritesi ve futbol istatistikleri kapsamında değil. Bu futbolcular çoğu kişi tarafından tanınıyor.O kadar çok tanınıyorlar ki 1970’lerde yapılan bir ankette Pele’nin adı Avrupa’nın en çok tanınan markaları listesinde sadece Coca Cola’nın arkasında kalarak ikinci sırada yer alıyor.Bu kadar çok tanınıyorlarsa özel hayatlarına da dikkat etmeliler bana göre.Çünkü onlara hayran olan kitleler var. Onları idol edinen milyonlarca çocuk var.Pele ile ilgili öğrenince şaşırdığım ve beni çok etkileyen iki olay var. Birincisi: Nijerya’nın Pele’nin maçını izlemek için Biafra ile yaptığı savaşta 2 günlük ateşkes ilan etmesi. Öyle bir sevgi ki savaşa ara verdirtiyor. Böylesine bir hayranlık var bu koca yürekli adama. İkincisi ise: Brezilya Ligi’nde oynanan bir maçta Pelé'nin oyundan atılması sonrası taraftarların isyan etmesi ve hakemi zor durumda bırakması. Bunun üzerine Pelé’nin 15 dakika sonra oyuna tekrar dönmesi. Bu ilginç olayın daha ilginç yanı ise hakem hakkında hiçbir cezai işlem uygulanmaması, hatta hakemin takdir edilmesidir. Böyle delicesine bir sevgi besleniyor Pele’ye.Sadece futbolseverler tarafından sevilmiyordu Edison Arantes do Nascimento. Dünyaca ünlü isimler onun için övgüler yağdırıyor, meslektaşlarıysa maç esnasında onunla ilgili neler hissettiklerini itiraf ediyorlardı.Amerika Birleşik Devletleri eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger Pele için: "Efsaneler yalnız yürürler, ama başardıkları ile birer masal kahramanı olurlar ve yaptıklarıyla da kalbimize ulaşırlar.Futbolu sevenler için ise Edson Arantes do Nascimento ya da bilindiği adıyla Pele laflarımı tamamlayan bir kahramandır.” demiştir. Brezilya’nın İtalya karşısında 4-1 galip gelerek 1970 FIFA Dünya Kupası’nı kazandığı maçtan sonra İtalyan defans oyuncusu Tarciso Burgnich "Onu kendim gibi etten ve kemikten zannetmiştim; yanılmışım."diyerek Pele’nin  üst düzey bir oyuncu olduğunu belirtmiştir. 1 Kasım 1977 yılında, Pele aktif futbol hayatını noktaladı.Jübilesini ise formalarını giydiği Cosmos ve Santos takımları arasında oynanan bir dostluk maçında yaptı.Muhammed Ali, Pele’yi maçtan önce soyunma odasında kucaklarken, "İşte dünyanın en iyi iki sporcusu" diyerek Pele’den övgüyle söz etti. Maç başlamadan, milyonlarca futbolseverin huzurunda yaptığı konuşmasında Pele, her insanı dünya çocuklarına karşı daha fazla ilgi ve şefkat göstermeye davet etti. Ricası üzerine, stattaki tüm futbolseverler hep bir ağızdan "Sevgi, sevgi, sevgi" diye haykırdı.

“Pele mi? Maradona mı?” gibi sorular bana göre gereksiz olsada kıyaslama hiç bitmeyecektir.Pele Pele’dir. Maradona ise Maradona. İlla ki biri diğerinden iyi ya da kötü olacak diye bir şey yok. Ben Pele’yi yeşil sahanın dışında, dürüstlüğü ve yardımseverliği ile seviyorum. Başkası Maradona’yı asi olduğu için sevebilir. Ben Pele’yi sevenlerdenim. Böylesine sevgi dolu bir adama hayran olmamak elde değil. Hakkında birçok kitap çıkan efsane oyuncunun yakında hayatını konu alan filmi de çıkacak. Milyonlarca futbolsever gibi bende heyecanla bekliyorum o filmi.



18 Mayıs 2014 Pazar

Gülünecek Halimize Ağlayıp Ağlanacak Halimize Gülmemiz



Teşekkürler emeğin futbolcuları...Kendi tarihimizin en büyük başarısını yakladınız. Biz geçen 2 sezonda düşme korkusunu son haftalara kadar yaşarken bu sene bir anda Avrupa'ya gitme potasında bulduk kendimizi.Düşmedik diye sevinmekten Avrupaya gidemedik diye üzülür olduk.Çoğu kişi de bunun farkında değil.Geçtiğimiz 2 sezonda kümede kalma mücadelesi verdik hatta geçen sezon son maçla Süper Lig'de kaldık.Bu sene ise sadece 2-3 kritik maç ile UEFA Avrupa Ligi'ni kaçırdık.İç saha 4 büyüklere hiç yenilmedik.Cernat'ımız,2.yarı da Lua Lua'mız yoktu ama yeni olarak panter kalecimiz Waterman,dinamomuz Samba Sow,Milli Takıma yükselen ve kornerden gol atan(verilmese de) İshak Doğan ile yine gündem yarattık.

Teşekkürler yönetim.Teşekkürler mütevazi,karizmatik,karakterli,sözde büyük takımların hocaları bütçe ve yıldız oyuncu isterken sadece inanmış bir şehir isteyen TOLUNAY KAFKAS...Teşekkürler futbolcular.Yarısı kiralık oyunculardan oluşan kadro ile yakalanan başarı muhteşem.Yönetim senin talebin ve tavsiyen olan tesisleşme işini ciddiye alıp arsa satın aldı bile. Umarım uzun yıllar burada görev yaparsın hocam. Çünkü küçük şehri küçük olduğu için severek gelen nadir hocalardansın. Herkes para,yıldız oyuncu,bütçe,özel şeyler isterken sen kiralık oyuncularla bu başarıyı yakaladın. Sene başında ben de sinirliydim.Yalanım yok ama senin sistemini,yapmak istediklerini bilmediğimdendi. Lua Lua'yı gönderdiğinde anlaşıldı her şey.

Siz üzerinize düşeni fazlasıyla yaptınız.Üzerine düşeni yapmayanlar şehir ve taraftarlardı.Facebookta ve dışarda görülen kadar Karabüksporlu stadyumda yoktu. Avrupa hedefi kondu. Biletler 10tl idi. Tribünler,hemde "Bir türlü bitmedi." diye veryansın edilen,Lig Tv'nin karşısındaki kapalı tribün bomboştu.Takdir etmem gereken konu ise hiç seyircisiz oynama cezası almadık. Bence şehir biraz daha olayların farkında olmalı.Şu bir gerçek; Karabük'ümüzün yerini hatta adını duymayanlar,il olduğunu bilmeyenler vardı.Hala var.Karabükspor 2010'dan bu yana Süper Lig de ve bu iç bilmeyenlerin sayısı azalmaya başladı.Şehir küçük ama çok güzel. Bunu kim biliyor? Sadece biz. Reklamın en iyisi Karabükspor ve Karabük Üniversitesi. Eskişehir tarihi demeye bile şahit isteyecek evlerle turizm yapıyor ama biz her bir ilçemiz dünya çapında niteliğe sahip olmasına rağmen reklamını iyi yapamıyoruz.En iyi reklam olan Karabükspor'a da daha fazla sahip çıkmalıyız.Artık Süper Lig'de üst üst e 5.yılımız olacak ve hala maç günü çarşıda çevirip "Bugün maç mı var?" diye soranlar hiç de az değil.Önümüzdeki sezon az daha ilgi. Başlıkta demiştim ya ağlanacak halimize gülüyoruz diye; bu hal den bahsetmiştim. Başlıkta söylediğim gülünecek halimize ağlıyoruz çünkü 2 senedir son maçlar hatta geçen sezon son maça kadar düşme korkusu yaşarken bu sene 3 puan evet sadece 3 puan farkla Avrupa'ya gidemedik.Sevinelim takıma ama üzülelim biraz kendimize. Ben Spor Toto 2.Lig Beyaz Grup mücadelesi Giresunspor-Göztepe maçının biletini paylaştım 10 YTL yazıyordu bilette. Hemşehrilerim YTL'ye güldü.Adamlar 2.Lig de 10 TL ye gidiyor da Karabük'te 10TL ye pahalı diyorlar diye paylaşmıştım. Başlıkta demiştim ya ağlanacak halimize gülüyoruz diye; bu durumdan bahsetmiştim.Yine o bilet aşağıda görsellerin içinde var.Aşağıdaki görsellerde bu sezon öne çıkan şeyler var. Bir kez daha sonsuz teşekkürler alın terinin sahadaki temsilcileri.Teşekkürler...





















2 Nisan 2014 Çarşamba

Costa’ya niyet Ribas’a kısmet

Şampiyonlar Ligi Barcelona-Atletico Madrid maçı ile ilgili...


Atletico Madrid de David Villa ve Diego Costa’yı ilk 11’de görünce çok cesur futbol sergileneceği bekledi futbolseverler.Diego Simeone savunma oynatarak Nou Camp’tan öncelikle gol yememeyi planlıyordu.12.dakika da Pique’nin sakatlanarak oyundan çıkmasıyla Atletico avantajlı gibi görünmeye başladı. Bartra’nın yapacağı en ufak kademe hatası Madrid ekibinin forvetlerinin iştahını kabartırdı.30.dakikada Diego Costa’nın sakatlanması misafir takımın ofansif potansiyelini düşürdü.
Hem lig de hem de Şampiyonlar Ligi’nde gol krallığı yolunda ilerleyen Diego Costa yerini Diego Ribas’a bıraktı .Arda Turan’ın da ilk 11’de başladığı Atletico artık tempoyu kendi ayarlamak, rövanş için avantajlı skor elde etmek istiyordu. 0-0 bitmesi bile yeterliydi Simeone için.
Karşılıklı top kayıplarıyla tam bir orta saha mücadelesi şeklinde geçerken 56.dakika da Diego Ribas mükemmel bir golle takımını 0-1 öne taşıdı.Diego belki kariyerinin en güzel gollerinden birini attı. Bu dakikadan sonra Atletico tamamen savunmaya çekildi. Barcelona takım halinde hücuma çıkmaya başladı. Dakikalar 71’i gösterdiğinde Arda’nın top kaybı yaptığı atakta İniesta’nın milimetrik pasında Neymar gelişine tek vuruş plase ile skoru eşitledi. İniesta öyle bir top attı ki; 1 saniye erken atsa Neymar yetişemez, 1 saniye geç atsa Atletico savunması topu keserdi.Kalan dakikalarda Barça bastırsa da Atletico Madrid çok iyi kapanarak maçı 1-1 bitirdi.
Maçın yıldızı bana göre ne golleri atan Diego ve Neymar ne de mükemmel asist yapan İniesta’ydı. Atletico kalecisi Courtois maç boyu mükemmel kurtarışlara imza attı. Simeone istediğini aldı yine de. Atletico Madrid ise 17 yıl önce Barcelona’yı eleyerek yaşadığı çeyrek final başarısını bir adım ileriye taşımak istiyor.Rövanş 9 Nisan da Vicento Calderon da.

16 Ocak 2014 Perşembe

Tatilin nasıl gidiyor Süper Lig?

Süper Lig'in(2013-2014) devre arası değerlendirmesi...Tüm takımlardan notlar... 


Nasıl gidiyor tatilin Süper Lig? Nasılsın? İyi misin? Transfer dönemin,kamp çalışmaların nasıl gidiyor? Biz futbol severler olarak devre arası tatili de olsa seni çok özledik.Antalya’da herkesin yeşil sahalarda antrenman yapmalarından çok takımların kendi sahalarında,deplasmanda mücadele etmesini özledik. Uzun bir süreç değil belki ama özlüyor insan işte…24 Ocak’ta Spor Toto Süper Lig’in 2.yarısının ilk düdüğü çalacak.Az kaldı ama iple çekiyoruz be Süper Lig. Takımlar en fazla 1 hafta tatil yapabildi.Sonrası malum;kamp dönemi.Bazı takımlar için mesai erken başladı.Ziraat Türkiye Kupası’nda mücadele eden Eskişehirspor,Akhisar Bld Gençlikspor, Galatasaray,Bursaspor,Tokatspor,Sivasspor,Elazığspor ve Antalyaspor top başı yaptı bile. Türkiye Kupası’nda grupların ilk maçları oynanmış oldu. 

Devre arası transfer döneminde transfer yapmayanlar veya yapamayanlar,verimli geçirenler,sakatlık haberi ile üzülenler oldu. Akhisar Belediyespor yönetimi mali sebepler nedeniyle transfer yapamayacaklarını ve şuan bulundukları yerin bile kendilerine huzur verdiğini söylemişti.Son olarak Eskişehirspor ile deplasmanda oynadıkları Türkiye Kupası maçında da haklı olduklarını gösterdiler.Beşiktaş transfer konusunda ya çok titiz yada ağırdan alıyor.Tomas Sivok’un sakatlanması siyahbeyazlıları ister istemez bir stoper transferine sürükledi.Bursaspor’un transferleri Renato Caja,Taşkın Çalış ve Onurcan Piri takımlara idmanlara çıkmaya çoktan başladı bile. Çaykur Rizespor aradığını buldu bence.Portekiz’in Acedemica takımından transfer ettikleri Somalili Liban Abdi ile Premiere Lig deneyimi bulunan ve Karabükspor’da attığı gol ve taklalardan bildiğimiz Lomana Lua Lua. Tolunay Kafkas “Ben tek adam merkezli oyun oynatmam.Karabükspor Emenikeli,Cernatlı,Lua Lualı bir takımdı.Ben tek bir yıldız olsun istemiyorum.Takım oyunu istiyorum.” dedi.Kaderin bir cilvesidir; geçen sene de yavaş diye yollanan Cernat da Çaykur Rize’de.Elazığspor bir çok teklif almasına rağmen Deniz Yılmaz’ı bırakmazken, bonservisi Beşiktaş’ta bulunan Eskişehirspor’da oynayan Tanju Kayhan’ı renklerine bağladı.Erciyesspor ise zor günler yaşıyor.Oyuncu transferi bir yana teknik direktörlük koltuğu bile sallanıyor.Eskişehirspor ise alacağı oyunculardan çok vereceği yada elindeki futbolcuları tutma sıkıntısı yaşıyor.Özellikle Tarık Çamdal ve Veysel Sarı kırmızı şimşeklerin gündeminde epey kalacak gibi.Fenerbahçe’de Ersun Yanal takımın gidişatını hiç değiştirmemek için transfer yapmadı.Zaten tek kulvar da mücadele ettiği için gerekte yok. Galatasaray da ki en büyük gelişme sol bek sorununa çözüm bulmuş olmasıdır.Genç brezilyalı Alex Telles artık aslan. Gaziantepspor’un başında bulunan Sergen Yalçın’ın görevinden ayrıldığı haberleri çıksa da kulübün yöneticisi İbrahim Kızıl’ın açıklamaları kırmızı siyahlıları rahatlattı.Mehmet Özdilek ile Gençlerbirliği’nde işler yolunda.Kardemir Karabükspor’da ise ilk yarının son maçında Akpala’nın aşil tendonunun kopması bütün camiayı üzdü.Bunun ardından 25 yaşındakı Brezilyalı Jonas Carioca’yı,Bursaspor’dan Musa Çağıran’ı ve Beşiktaş’tan Eneramo’yu kadrosuna kattı.Kayserispor ise kötü giden gidişatı durdurmaya çalışıyor.Prosinecki’den boşalan koltuğa büyük ihtimal yabancı bir teknik adam gelecek gibi.Transfer döneminin şüphesiz en flaş takımı M.P Antalyaspor…Semih Şentürk, Eyong Enoh, Joseph Boum,Giray Kaçar gibi isimleri renklerine bağladı Akdeniz temsilcisi.Roberto Carloslu Sivasspor ise 3 mevkiye transfer yapacağını açıkladı.Torku Konyaspor ise yıldız transfer yaptı.Arsenal,Barcelona gibi takımlarda forma giyen Aliaksandr Hleb artık Konyaspor için ter dökecek.Trabzonspor da şuan arayış içinde… 

Şuanlık transfer döneminde yaşananlar bunlar.Haftaya başlayacak Süper Lig ama futbolseverler için o bir hafta bile geçmek bilmez. Böyledir bu oyunun huyu…Hiç bitmesin istersin. Yeri geldiğinde sevinçten bağırsan da, saç baş yolduran goller kaçsa da, kaybettiğinde üzülsen de bütün bunları yaşamak istersin. Biz seni çok özledik ve bunu bil istedik Süper Lig.Haydi fazla özletme kendini…