(Yine bir ödev gereği yazılan ama 'iyi ki yazmışım' dedirten 10 yıl sonraki kendime mektup)
Merhaba 2024
yılındaki Fatih,
Öncelikle
nasılsın? İyi misin? Görmeyeli epey oldu. Tam olarak 10 sene geçti. Bugün 6
Nisan 2014. Günler okulla, ödevlerle, sınavlarla ve bilgisayar başında vakit öldürmekle
geçiyor. Telefonda küçük kardeşimle hasret gidermekle avunuyorum. Gönül
meseleleri de içten türkü söyletmiyor değil. Sabahları kuş cıvıltıları yerine
inşaatlardan gelen sesler ile uyanıyorum. Ne kadar da pastoral! Ha birde bizim
takımın ciddi ciddi ilk defa Avrupa kupalarına gitme şansı var. Saç baş
yoldursa da seviyoruz napalım. Bunları sana niye anlatıyorsam? Sen zaten
biliyorsun.
Sen neler
yapıyorsun bilmiyorum ama benim sana gelirken yapmak istediğim çok şey var.
Yapmak istemediklerim de var tabii. Her ne kadar enteresan biri olsam da
bilirsin ki bazı konularda iradem sağlamdır. Ne olursa olsun şimdi
kullanmadığım gibi sigara ve alkol kullanmak istemiyorum mesela. Kendime
yapmamak üzere verdiğim sözlerden biri buydu. Belki küçük bir şeydir ama benim
için önemli. Ben önce kendime verdiğim sözü tutmak isterim. Çünkü daha şimdiden
beni rol model edinen çocuklar var. Benim irademi daha da sağlamlaştırdı bu
olay. Bana mesaj atmış İstanbul’dan bir Karabüklü kardeşim “Ağabey bölüm
seçeceğim. Sözel mi? Eşit ağırlık mı? Hangisini seçeyim? Ben senin gibi olmak
istiyorum. Sen ne okumuştun ağabey?”diye sordu. Ben de hayallerimi
gerçekleştirirken böyle küçük şeylerden de olsa taviz vermek istemiyorum. Okul
okumayı bırakmayı da düşünmüyorum. Her ne kadar benim hazırlık yüzünden
yaşıtlarımdan 2 sene sonra bölümümü okumaya başlasam da, 25 yaşımda diploma
alacak olsam da seviyorum okumayı. Mezun olduktan sonra başka bölümler de
okumak istiyorum. Güzel şey öğrencilik. Zordur ama ben zaten zoru severim.
Zaten bu durumdan dolayı resmiyet sevmediğimi biliyorsun. Sabah 9 akşam 5,
KPSS, prosedürler, formaliteler, az çalışma saati gibi şeyleri sevmiyorum.
Biraz da bu yüzden Basın ve Yayın okuyorum. Haftada 1 gün dışında hep çalışmayı
düşünüyorum. Umarım memur olmam. En azından 40 yaşımdan önce düşünmüyorum.
Yapmak istediğim çok şey var. O kadar şeyi yapabilir miyim? Şimdiden
şüpheleniyorum. Dört yıldır devam ettiğim spor yazarlığında çok iyi yerlere
gelmek istiyorum. Bu konuda iki sene önce aldığım “Gelecek vaat eden genç spor
yazarı” ödülünün hakkını vermek istiyorum. Özel davetli olarak gittiğim ödül
gecelerinde artık ödül alan ya da ödül veren olmak istiyorum. Orada tanıştığım
idollerimle aynı yerde çalışmayı hedefliyorum. Ertem Şener, Emre Tilev, Erdoğan
Arıkan, Kerem Öncel ağabeylerim gibi. Arada görüşüyorum onlarla. Hal hatır
soruyorum. “Sen zaten geleceksin yanımıza Fatih.” diyorlar. “İnşallah abi.” diyorum.
Televizyonda spor programı adı altında şaklabanlık yapanlar gibi değil de az
önce saydığım isimler gibi olmak istiyorum. Benim onları idol edindiğim gibi
benden sonra gelecek neslinde beni idol edinsin istiyorum. Türkiye’de futbol,
gazetecilik, yazarlık, yorumculuk, özü sözü bir dendiğinde o kişinin ben
olmasını arzuluyorum. Biliyorum çok zor ama imkansız değil. Arada sırada
umutsuzluğa kapılsam da bizim ajansın müdürü, ailem ve çevremdeki sevdiklerim
bana destek veriyor. Bu desteği almak çok güzel. Bir başka güzellik de benim
ailemin seçeceğim bölüme karışmamış olmasıydı. Benim yaşamımı sürdüreceğim
mesleği okumama çok karşı çıkmamasıydı. Tabi bu olayda henüz lise de okurken bir ulusal dergiden çağrılmış olmam
hem de sınıf öğretmenimin konuşması etkili oldu. Tam bir futbol aşığıyım.
Bilirsin YGS ye gireceğim sene bile bütün maçlara gittiğimi, sırf maça gitmeme
izin vermediler diye kendimi yurttan kovdurttuğumu, apartmanın altındaki
bakkala gitmeye üşenip 8-10 saatlik deplasmanlara gittiğimi. Sen de gidiyorsun
değil mi maçlara? Kombinemim olduğu
koltuk sakın boş kalmasın. Bu kadar yoğun yaşadığım bu sevgiyi mesleğimle
birleştirmek istiyorum. Güzel, mutlu bir aile kurmayı, tatilimi sadece onlarla
geçirmek istiyorum. Çocuklarıma bir hafta sonu bu yazdığım mektubu bile
göstereceğim belki de. “Bugün hayatınızın son günü olsa ne yapardınız?”
sorusuna, “Ailemle beraber maç anlatmak isterdim.” diyen Ertem Şener gibi
biraz. Tatil günlerim de onları pikniğe götürmek isterim. “O zamana piknik
yapacak orman kalır mı acaba?” sorusu anında beliriyor kafam da. Bugünlerde
bile artık yeşillikler kardelen gibi zar zor çıkıyorlar karşımıza. Çocuklarımın
veli toplantılarına katılmayı istiyorum. Çocuğumun gururu okşansın, “Ben bu
babanın çocuğuyum işte.” desin istiyorum. Zengin olursam değişmemek; komşumuz
Nazmiye Teyze’de börek, Ayşe Yenge’ deki o nefis ev baklavası, anneannemdeki
gözlemeler ile bayramlarda buluşmak, ziyaretlerinde bulunmak düşüncesindeyim.
“Mahallede akşam ezanına kadar koşuşturan Fatih ile bu Fatih arasında hiç fark yok.” deyip gülsün
komşular. Cuma akşamları Beyaz Show devam ederse oraya konuk olarak çıkmak
istiyorum. Beyaz’ın ekibi; komşularımdan, ailemden ve çevremdekilerden bilgi
alsın ve bana canlı yayında söylesin. Orada duyayım ki hem bir özeleştiri, hem
bir özgeçmiş olur. Ben tarafsız yapamam belki güzel olur. Ailemin sevdiği
oyunculardan rahatça imzalı fotoğraf alayım, istemezler ama evlerindeki
eşyaları yenileyim, sık sık arayıp dualarını alayım. Küçük kız kardeşim benden
para istesin, ödevlerime yardım etmemi istesin. Büyük kız kardeşime de arada
misafirliğe gideyim. Öğretmenlik okuyan arkadaşlarım var. Onların yanına gider,
öğrenci gibi derslerine girerek sürpriz yaparım. Memleketime tatile gittiğimde
ilgi göreyim. Mesela; “Fatih Ünlü Karabüklü. Şu an NTV’de bizim maçı
yorumluyor. Herkes izlesin arkadaşlar.” diye paylaşımlar yapsınlar sosyal
sitelerde. Ellerinde Safranbolu lokumu
ile yanıma ziyarete gelsinler. Evimde bana ait ayrı bir odam olsun. İçinde;
alacağım ödül ve plaketler, şuan 40 tane olsa da ileri de sayısı artacak
futbolculardan alınma formalar, şuan 63 tane olsa da sayısı katlanacak atkılar,
kırmızı-mavi duvar, oyun konsolları ve kocaman plazma olsun. Öğretmenlerimi
ağırlayım orada. Çok emekleri var. Benden “Bu çocuk benim öğrencimdi.” diyerek
bahsetsinler arkadaşlarına. Arada ziyaretlerine gideyim. Öğrenciyken
yaşadıklarımı yad eder, öğrencilerle paylaşırız. Bir çocuğun yaramazlık yaptığı
zamanları gibi. Ben bozulmam öyle şeylere. Şuanda da olduğu gibi bilet
ayarlayayım futbolsever hocalarıma. Eskişehir’de üniversite hayatı boyunca
beraber vakit geçirdiğim arkadaşlarımla bir araya geliriz. Halısaha maçı yaparız belki yine. Bizim için geleneksel
hale gelen balık ızgara günlerini sekteye uğratmayız. Çünkü Eskişehir’di beni
bu hayat trafiğinde geç yola çıkaran. Buraya gelirken
zayıftım.Saçlarım,dişlerim vardı. Şimdi kiloluyum,saçlarım yanlardan almış
başını gidiyor,dişlerim de yok sayılır. Çekirdek yemeyeli 7 ay oldu. O
arkadaşlarım vardı ben depresyonlardayken yanımda. Ben bu mektubu yazarken
1.sınıftayım. Yaşıtlarım ise tez hazırlıyorlar. Bu yaz diplomalarını alacaklar.
“Geç olsun da güç olmasın.” diye avutuyorum kendimi. Okumayan yaşıtlarım ise
çoktan askerden geldi de evlilik koşuşturması içindeler. Bazen pişmanlık
hissediyor gibi olsam da hiç ‘keşke’ demedim hayatımda mesela. O açıdan
memnunum. En azından boş durmadım geçen vakitte. Ödül gecelerine gittim.
Röportajlara, maçlara, kamplara gittim. Mesleğimin önde gelenleri ile tanışmaya
devam ettim. 22 gün sonra İstanbul’da bir ödül gecesi daha var mesela.
Gerekirse devamsızlık yapmayı düşünüyorum. Çünkü çoğu şey fedakarlık
gerektirir. Derslerimi sürekli asmıyorum. Yanlış anlaşılmasın. Ödül gecesinin
tarihi belli olduğu için hiç kullanmadım devamsızlık hakkımı. Lisede ki gibiyim
yani anlayacağın. Bir kitap yazayım yaşadıklarımı anlatan. Çok mu ütopik?
Belki. Ne kadar zor olursa olsun yapmaya çalışacağım aklımdakileri. Artık
olduğu kadarıyla.
Peki sen
2024 yılındaki Fatih, neler yapıyorsun şuan? Bu satıları okuyup gülüyor musun?
“O zaman nasıl düşünüyor muşum?” diyerek. Yoksa hafif düştü mü yüzün? “Onca
hedefim varmış ben ne kadarını yapabildim.” diye. Almışsındır eline kahveni; geçmişini
hatırlayıp, anılarını canlandırmak için okuyorsundur belki de. Sigaraya
başlamadın değil mi? Ben ciğerlerime güzel baktım. Sen de öyle yap ki öldüğünde
başkalarına bağışlayalım. Onlar yaşamını devam ettirsin. Ünlü oldun, holdingde
masa başında elinde kalemle oynayarak yayın saatini bekleyen, ailesine ve
çevresine eski ilgisini kaybeden, duygularından arınmış düz adama mı dönüştün
yoksa? Yoksa sosyal medya da senin gibi ünlü adamlarla olan fotoğraflarını
paylaşıp, millete insan sevgisi ve merhametten bahsederken kendi sevdiklerini
ihmal eden biri haline mi geldin? Yok yok. Olmamıştır öyle. En azından öyle
umuyorum. Nasıl komşularının baklavalarının ve böreklerinin tatları hala
damağında mı? Hala tatillerde annenin dizine yatıp, saçının okşanması bittikten
sonra komşu ziyaretlerine gidiyor musun? Küçük kardeş nasıl? “Doktor olacağım.”
diyordu yumurcak. Oldu mu? Baban yine “Niye maça gidiyorsun? Bu havada maça mı
gidilir?” diyor mu? Annen de hemen senin tarafında yer alıp “Bırak karışma çocuğa ne yapıyorsa yapsın.”
cümlesi mi çıkıyor ağzından? Annen yine sen geliyorsun diye en sevdiğin
yemeklerle donatmıştır masayı. Sen “Dur.” demedikçe doldurur yemekle tabağı.
Baban sırf sen geldin diye izlemediği halde spor kanalını açar. Bilirsin ki o
normalde sevmez. O genelde Pazar günleri kovboy filmleri ve belgesel izlerdi. Hiç sevmezdi sporu. Baba
yüreği işte. Komşular gelir kapıya “Fatih bizim bilgisayar bozuldu.Bir
bakıverir misin?” diye. Eski günlerdeki gibi. Telefonların çalmaya başlar.
Sosyal medyadan senin orada olduğunu öğrenen arkadaşların randevu isterler.
Eski günleri yad edersiniz. Halısaha maçı yapıyorsunuzdur arada. Yine maç
dönüşü apartmanın önündeki kamelyada maçı analiz ediyorsunuzdur. Kamelya ve
misket oynadığımız küçük toprak alanı duruyor mu hala? Pişmanlık duyuyor musun peki? Kitap yazacaktın.
Yazabildin mi? Ne kadarını gerçekleştirdin hedeflerinin? Ben belki kitap
yazamadım ama bu mektubu yazdım sana. Yalnız kaldığım öğrenci evinde, etrafı
kalemlerle ve kağıtlarla dolu bir masadan yazdım bu mektubu. Sen nasıl bir
yerde okuyacaksın acaba? Merak ediyorum.
Yıllar öncesinden, sen.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder