1 Kasım 2014 Cumartesi

Merhaba 2024 yılındaki Fatih...

(Yine bir ödev gereği yazılan ama 'iyi ki yazmışım' dedirten 10 yıl sonraki kendime mektup)


Merhaba 2024 yılındaki Fatih,

Öncelikle nasılsın? İyi misin? Görmeyeli epey oldu. Tam olarak 10 sene geçti. Bugün 6 Nisan 2014. Günler okulla, ödevlerle, sınavlarla ve bilgisayar başında vakit öldürmekle geçiyor. Telefonda küçük kardeşimle hasret gidermekle avunuyorum. Gönül meseleleri de içten türkü söyletmiyor değil. Sabahları kuş cıvıltıları yerine inşaatlardan gelen sesler ile uyanıyorum. Ne kadar da pastoral! Ha birde bizim takımın ciddi ciddi ilk defa Avrupa kupalarına gitme şansı var. Saç baş yoldursa da seviyoruz napalım. Bunları sana niye anlatıyorsam? Sen zaten biliyorsun.

Sen neler yapıyorsun bilmiyorum ama benim sana gelirken yapmak istediğim çok şey var. Yapmak istemediklerim de var tabii. Her ne kadar enteresan biri olsam da bilirsin ki bazı konularda iradem sağlamdır. Ne olursa olsun şimdi kullanmadığım gibi sigara ve alkol kullanmak istemiyorum mesela. Kendime yapmamak üzere verdiğim sözlerden biri buydu. Belki küçük bir şeydir ama benim için önemli. Ben önce kendime verdiğim sözü tutmak isterim. Çünkü daha şimdiden beni rol model edinen çocuklar var. Benim irademi daha da sağlamlaştırdı bu olay. Bana mesaj atmış İstanbul’dan bir Karabüklü kardeşim “Ağabey bölüm seçeceğim. Sözel mi? Eşit ağırlık mı? Hangisini seçeyim? Ben senin gibi olmak istiyorum. Sen ne okumuştun ağabey?”diye sordu. Ben de hayallerimi gerçekleştirirken böyle küçük şeylerden de olsa taviz vermek istemiyorum. Okul okumayı bırakmayı da düşünmüyorum. Her ne kadar benim hazırlık yüzünden yaşıtlarımdan 2 sene sonra bölümümü okumaya başlasam da, 25 yaşımda diploma alacak olsam da seviyorum okumayı. Mezun olduktan sonra başka bölümler de okumak istiyorum. Güzel şey öğrencilik. Zordur ama ben zaten zoru severim. Zaten bu durumdan dolayı resmiyet sevmediğimi biliyorsun. Sabah 9 akşam 5, KPSS, prosedürler, formaliteler, az çalışma saati gibi şeyleri sevmiyorum. Biraz da bu yüzden Basın ve Yayın okuyorum. Haftada 1 gün dışında hep çalışmayı düşünüyorum. Umarım memur olmam. En azından 40 yaşımdan önce düşünmüyorum. Yapmak istediğim çok şey var. O kadar şeyi yapabilir miyim? Şimdiden şüpheleniyorum. Dört yıldır devam ettiğim spor yazarlığında çok iyi yerlere gelmek istiyorum. Bu konuda iki sene önce aldığım “Gelecek vaat eden genç spor yazarı” ödülünün hakkını vermek istiyorum. Özel davetli olarak gittiğim ödül gecelerinde artık ödül alan ya da ödül veren olmak istiyorum. Orada tanıştığım idollerimle aynı yerde çalışmayı hedefliyorum. Ertem Şener, Emre Tilev, Erdoğan Arıkan, Kerem Öncel ağabeylerim gibi. Arada görüşüyorum onlarla. Hal hatır soruyorum. “Sen zaten geleceksin yanımıza Fatih.” diyorlar. “İnşallah abi.” diyorum. Televizyonda spor programı adı altında şaklabanlık yapanlar gibi değil de az önce saydığım isimler gibi olmak istiyorum. Benim onları idol edindiğim gibi benden sonra gelecek neslinde beni idol edinsin istiyorum. Türkiye’de futbol, gazetecilik, yazarlık, yorumculuk, özü sözü bir dendiğinde o kişinin ben olmasını arzuluyorum. Biliyorum çok zor ama imkansız değil. Arada sırada umutsuzluğa kapılsam da bizim ajansın müdürü, ailem ve çevremdeki sevdiklerim bana destek veriyor. Bu desteği almak çok güzel. Bir başka güzellik de benim ailemin seçeceğim bölüme karışmamış olmasıydı. Benim yaşamımı sürdüreceğim mesleği okumama çok karşı çıkmamasıydı. Tabi bu olayda henüz lise de  okurken bir ulusal dergiden çağrılmış olmam hem de sınıf öğretmenimin konuşması etkili oldu. Tam bir futbol aşığıyım. Bilirsin YGS ye gireceğim sene bile bütün maçlara gittiğimi, sırf maça gitmeme izin vermediler diye kendimi yurttan kovdurttuğumu, apartmanın altındaki bakkala gitmeye üşenip 8-10 saatlik deplasmanlara gittiğimi. Sen de gidiyorsun değil mi maçlara?  Kombinemim olduğu koltuk sakın boş kalmasın. Bu kadar yoğun yaşadığım bu sevgiyi mesleğimle birleştirmek istiyorum. Güzel, mutlu bir aile kurmayı, tatilimi sadece onlarla geçirmek istiyorum. Çocuklarıma bir hafta sonu bu yazdığım mektubu bile göstereceğim belki de. “Bugün hayatınızın son günü olsa ne yapardınız?” sorusuna, “Ailemle beraber maç anlatmak isterdim.” diyen Ertem Şener gibi biraz. Tatil günlerim de onları pikniğe götürmek isterim. “O zamana piknik yapacak orman kalır mı acaba?” sorusu anında beliriyor kafam da. Bugünlerde bile artık yeşillikler kardelen gibi zar zor çıkıyorlar karşımıza. Çocuklarımın veli toplantılarına katılmayı istiyorum. Çocuğumun gururu okşansın, “Ben bu babanın çocuğuyum işte.” desin istiyorum. Zengin olursam değişmemek; komşumuz Nazmiye Teyze’de börek, Ayşe Yenge’ deki o nefis ev baklavası, anneannemdeki gözlemeler ile bayramlarda buluşmak, ziyaretlerinde bulunmak düşüncesindeyim. “Mahallede akşam ezanına kadar koşuşturan Fatih ile  bu Fatih arasında hiç fark yok.” deyip gülsün komşular. Cuma akşamları Beyaz Show devam ederse oraya konuk olarak çıkmak istiyorum. Beyaz’ın ekibi; komşularımdan, ailemden ve çevremdekilerden bilgi alsın ve bana canlı yayında söylesin. Orada duyayım ki hem bir özeleştiri, hem bir özgeçmiş olur. Ben tarafsız yapamam belki güzel olur. Ailemin sevdiği oyunculardan rahatça imzalı fotoğraf alayım, istemezler ama evlerindeki eşyaları yenileyim, sık sık arayıp dualarını alayım. Küçük kız kardeşim benden para istesin, ödevlerime yardım etmemi istesin. Büyük kız kardeşime de arada misafirliğe gideyim. Öğretmenlik okuyan arkadaşlarım var. Onların yanına gider, öğrenci gibi derslerine girerek sürpriz yaparım. Memleketime tatile gittiğimde ilgi göreyim. Mesela; “Fatih Ünlü Karabüklü. Şu an NTV’de bizim maçı yorumluyor. Herkes izlesin arkadaşlar.” diye paylaşımlar yapsınlar sosyal sitelerde.  Ellerinde Safranbolu lokumu ile yanıma ziyarete gelsinler. Evimde bana ait ayrı bir odam olsun. İçinde; alacağım ödül ve plaketler, şuan 40 tane olsa da ileri de sayısı artacak futbolculardan alınma formalar, şuan 63 tane olsa da sayısı katlanacak atkılar, kırmızı-mavi duvar, oyun konsolları ve kocaman plazma olsun. Öğretmenlerimi ağırlayım orada. Çok emekleri var. Benden “Bu çocuk benim öğrencimdi.” diyerek bahsetsinler arkadaşlarına. Arada ziyaretlerine gideyim. Öğrenciyken yaşadıklarımı yad eder, öğrencilerle paylaşırız. Bir çocuğun yaramazlık yaptığı zamanları gibi. Ben bozulmam öyle şeylere. Şuanda da olduğu gibi bilet ayarlayayım futbolsever hocalarıma. Eskişehir’de üniversite hayatı boyunca beraber vakit geçirdiğim arkadaşlarımla bir araya geliriz. Halısaha maçı  yaparız belki yine. Bizim için geleneksel hale gelen balık ızgara günlerini sekteye uğratmayız. Çünkü Eskişehir’di beni bu hayat trafiğinde geç yola çıkaran. Buraya gelirken zayıftım.Saçlarım,dişlerim vardı. Şimdi kiloluyum,saçlarım yanlardan almış başını gidiyor,dişlerim de yok sayılır. Çekirdek yemeyeli 7 ay oldu. O arkadaşlarım vardı ben depresyonlardayken yanımda. Ben bu mektubu yazarken 1.sınıftayım. Yaşıtlarım ise tez hazırlıyorlar. Bu yaz diplomalarını alacaklar. “Geç olsun da güç olmasın.” diye avutuyorum kendimi. Okumayan yaşıtlarım ise çoktan askerden geldi de evlilik koşuşturması içindeler. Bazen pişmanlık hissediyor gibi olsam da hiç ‘keşke’ demedim hayatımda mesela. O açıdan memnunum. En azından boş durmadım geçen vakitte. Ödül gecelerine gittim. Röportajlara, maçlara, kamplara gittim. Mesleğimin önde gelenleri ile tanışmaya devam ettim. 22 gün sonra İstanbul’da bir ödül gecesi daha var mesela. Gerekirse devamsızlık yapmayı düşünüyorum. Çünkü çoğu şey fedakarlık gerektirir. Derslerimi sürekli asmıyorum. Yanlış anlaşılmasın. Ödül gecesinin tarihi belli olduğu için hiç kullanmadım devamsızlık hakkımı. Lisede ki gibiyim yani anlayacağın. Bir kitap yazayım yaşadıklarımı anlatan. Çok mu ütopik? Belki. Ne kadar zor olursa olsun yapmaya çalışacağım aklımdakileri. Artık olduğu kadarıyla.

Peki sen 2024 yılındaki Fatih, neler yapıyorsun şuan? Bu satıları okuyup gülüyor musun? “O zaman nasıl düşünüyor muşum?” diyerek. Yoksa hafif düştü mü yüzün? “Onca hedefim varmış ben ne kadarını yapabildim.” diye. Almışsındır eline kahveni; geçmişini hatırlayıp, anılarını canlandırmak için okuyorsundur belki de. Sigaraya başlamadın değil mi? Ben ciğerlerime güzel baktım. Sen de öyle yap ki öldüğünde başkalarına bağışlayalım. Onlar yaşamını devam ettirsin. Ünlü oldun, holdingde masa başında elinde kalemle oynayarak yayın saatini bekleyen, ailesine ve çevresine eski ilgisini kaybeden, duygularından arınmış düz adama mı dönüştün yoksa? Yoksa sosyal medya da senin gibi ünlü adamlarla olan fotoğraflarını paylaşıp, millete insan sevgisi ve merhametten bahsederken kendi sevdiklerini ihmal eden biri haline mi geldin? Yok yok. Olmamıştır öyle. En azından öyle umuyorum. Nasıl komşularının baklavalarının ve böreklerinin tatları hala damağında mı? Hala tatillerde annenin dizine yatıp, saçının okşanması bittikten sonra komşu ziyaretlerine gidiyor musun? Küçük kardeş nasıl? “Doktor olacağım.” diyordu yumurcak. Oldu mu? Baban yine “Niye maça gidiyorsun? Bu havada maça mı gidilir?” diyor mu? Annen de hemen senin tarafında yer alıp  “Bırak karışma çocuğa ne yapıyorsa yapsın.” cümlesi mi çıkıyor ağzından? Annen yine sen geliyorsun diye en sevdiğin yemeklerle donatmıştır masayı. Sen “Dur.” demedikçe doldurur yemekle tabağı. Baban sırf sen geldin diye izlemediği halde spor kanalını açar. Bilirsin ki o normalde sevmez. O genelde Pazar günleri kovboy filmleri ve  belgesel izlerdi. Hiç sevmezdi sporu. Baba yüreği işte. Komşular gelir kapıya “Fatih bizim bilgisayar bozuldu.Bir bakıverir misin?” diye. Eski günlerdeki gibi. Telefonların çalmaya başlar. Sosyal medyadan senin orada olduğunu öğrenen arkadaşların randevu isterler. Eski günleri yad edersiniz. Halısaha maçı yapıyorsunuzdur arada. Yine maç dönüşü apartmanın önündeki kamelyada maçı analiz ediyorsunuzdur. Kamelya ve misket oynadığımız küçük toprak alanı duruyor mu hala?  Pişmanlık duyuyor musun peki? Kitap yazacaktın. Yazabildin mi? Ne kadarını gerçekleştirdin hedeflerinin? Ben belki kitap yazamadım ama bu mektubu yazdım sana. Yalnız kaldığım öğrenci evinde, etrafı kalemlerle ve kağıtlarla dolu bir masadan yazdım bu mektubu. Sen nasıl bir yerde okuyacaksın acaba? Merak ediyorum.

Yıllar öncesinden, sen.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder